Blogger tarafından desteklenmektedir.

Bağlantılar

İzleyiciler

10 Mart 2012 Cumartesi

Şili' de Atatürk Anıtı

Şili'nin başkenti Santiago'da Apoguindo Caddesi Novigod Parkı'ndaki Atatürk anıtı

[Resim: 1loeeoza1ptzntji7tcq.bmp]

Atatürk'ün yaşadığı son 300 gün-Sarı zeybek adlı Atatürk Belgeseli

Sarı Zeybek Belgeseli, Atatürk'ün son 300 günü

Atatürk'ün yayınlanmamış fotoğrafları ile hazırlanan 10 Kasım videosu

M. Kemal Atatürk'den

M. Kemal Atatürk'den



Türkiye yi yok etmeye girişenler, Türkiye nin ortadan kaldırılmasında çıkar ve hayat görenler, zararlı olmaktan çıkmışlar, aralarında çıkar paylaşarak birleşmiş ittifak etmişlerdir.



Ve bunun sonucu olarak, birçok zekalar duygular fikirler Türkiye nin yok edilmesi noktasında yoğunlaştırılmıştır. Bu yoğunlaşma, yüzyıllar geçtikçe oluşan kuşaklarda, adeta tahrip edici bir gelenek biçimine dönüşmüştür. Bu geleneğin Türkiye nin hayatına ve varlığına aralıksız uygulanması sonucunda, nihayet Türkiye yi ıslah etmek, Türkiye yi uygarlaştırmak gibi bir takım bahanelerle Türkiye nin iç hayatına iç yönetimine işlemiş ve sızmışlardır. Güç ve kuvvet elde etmişlerdir.



Bunların etkisinde kalarak milletin en çok da yöneticilerin zihinleri tamamen bozulmuştur. Artık durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için mutlaka Avrupa dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıktı. Oysa hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin! Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir tarihte böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır.



İşte Türkiye de, bu yanlış zihniyetle sakatlanmış bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her yıl, her yüzyıl biraz daha gerilemiş, daha çok düşmüştür.



Bu düşüşün çıkış noktası korkuyla, aczle başlamıştır. Türkiye nin, Türk halkının nasılsa başına geçmiş olan birtakım insanlar, galip düşmanlar karşısında, susmaya mahköfbmmuş gibi, Türkiye yi atıl ve çekingen bir halde tutuyorlardı. Memleketin ve milletin çıkarlarının gerektirdiğini yapmakta korkak ve mütereddit idiler. Türkiye de fikir adamları, adeta kendi kendilerine hakaret ediyorlardı. Diyorlardı ki, Biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam olmamıza ihtimal yoktur. Bizim canımızı, tarihimizi, varlığımızı, bize düşman olan, düşman olduğundan hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara, kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı. Onlar Bizi idare etsin diyorlardı.



Mustafa Kemal

6 Mart 1922

istiklal marşının anlamı nedir?

İstiklal Marşının Anlamı Nedir?



İstiklal Marşı



Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;

O benimdir, o benim milletimindir ancak.



Mehmet Akif Türk milletine cesaret,ve tahammül aşılamak için ve onda bulunan duyguları harekete geçirmek için şiirine korkma sözüyle başlıyor. Bayrak bir milletin bir milletin geleceğinin ve bağımsızlığının sembolüdür. Bayrağın sönmesi türk milletinin istiklalini kaybetmesidir. Şair ülkemizde tek bir insan kalana kadar bu vatanı savunacağımızı belirtiyor. O halde en son Türk bireyi son nefesini vermeden türk istiklal ve bağımsızlığını yok etmek, Türk bayrağını söndürmek mümkün değildir. Zira bayrağımız milletimizin yıldızıdır. Bayrağın kaderi ile milletimizin kaderi birbirine bağlıdır. Bayrak bizimdir, biz yaşadıkça onu elimizden kimse alamaz. Türk milletinin bütün fertlerini öldürmedikçe bağımsızlığını kimse yok edemez.





Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!

Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...

Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal!



Şair ikinci kıtada bayrağımızın o zaman ki kırgın, küskün, öfkeli halini dile getiriyor. Türk vatanının bazı parçaları, işgal edilmiştir. Bu yüzden bazı bölgelerde bayraklarımız indirilmiş yerine düşman bayrakları asılmıştır. Kaş çatmak öfke halini ifade eder. Kaş ayrıca edebiyatımızda hilale benzetilir. Sevgilinin kaşları daima hilal şeklinde gösterilmiştir. Bayraktaki hilal de tıpkı nazlı bir sevgilinin kaşı gibi çatılmıştır. Kahraman türk milletini üzmektedir. Türkün beklediği, özlediği gülen bir bayraktır. Türk bayrağının gülmesi göklerde dalgalanmasıdır. Bir aşığın sevgilisinden güler yüz beklemesi gibi bağımsızlığa aşık Türk milletide özgürlüğün sembolü olan bayraktan gülmesini beklemektedir. Bu milletimizin en doğal hakkıdır. Çünkü türkler bağımsızlıkları ve bayrakları uğruna pek çok kan dökmüşlerdir. Bu kanları bayrağa helal etmeleri için onun da nazlanmayı bırakıp göklerde dalgalanması gerekir. Türk milleti daima Allah'a inandığı ve taptığı için özgürlük onun hakkıdır.







Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.

Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.



Şair "ben" diyor.(Ancak kast ettiği mana aslında bizdir türk milleti adına konuşmaktadır) Türk milleti ezelden beri hür yaşamıştır,hür yaşayacaktır. Onun özgürlüğünü elinden almak isteyen ancak çıldırmış olmalı,zira böyle bir harekete kalkışanlar ağır bir şekilde cezalandırılır. Türk milleti bağımsızlığı uğrunda önüne çıkacak her engeli aşacak güçtedir. O; böylesine yüce bir amaç için dağları delecek, enginlere sığmayıp,denizleri taşıracaktır güçtedir.





Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,

"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?



Bu kıtada şair vatanımızı istilaya kalkışan avrupalılara meydan okuyor. 20. asrın başında avrupa medeniyeti 19.yy. deki görkeminden oldukça uzaktır. O sebeple şair bayıyı tek dişi kalmış canavara benzetiyor. Ancak avrupa mevcut teknik imkanlarını seferber ederek topuyla, tüfeğiyle, tankıyla bizi yok etmeye çalışmaktadır. Mehmetçik ise bu güce topla, tüfekle, mızrakla, kılıçla cevap vermeye çalışmaktadır. Avrupalı kendini çelik zırhla korurken mehmetçik ona iman dolu altın göğsüyle karşılık vermektedir.





Arkadaş! Yurdumu alçakları uğratma, sakın.

Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.

Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.



Şair kahraman Türk askerine hitap ediyor. Türk yurdunu alçakları uğratmaması için gerekirse canını feda etmesini öneriyor. Şehit gövdelerinin meydana getireceği siperler düşmana mani olacaktır. Mehmet Akif düşmanın çok kısa bir süre içinde bu hayasızca akına son vereceği Allah'ın Türk milletine Kuran-Kerimde vaad ettiği zafer gününün yarından bile daha yakın bir zamanda doğacağına inanmaktadır.





Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı:

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:

Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.



Şair Türk ordusuna vatanın kutsallığını hatırlatıyor. Toprak ile vatan arasında büyük bir fark vardır. Toprağı vatan haline getiren onu elde etmek ve korumak için savaşan fertlerin varlığıdır. Kısacası sıradan bir toprak büyük bir değer taşımaz; ama vatan toprağı uğrunda şehit olan atalarımızın o topraktaki mezarlarıdır. Bu kutsal vatanı dünyalara değişmeyiz. Toprak dünyanın dünyanın her yerinde bulunur. Ancak atalarımızın kanlarıyla sulanan topraklar vatanımız üzerindedir.





Kim bu cennet vatanının uğruna olmaz ki feda?

Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!

Canı, cananı, bütün varımı alsında Huda,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.



Bu vatan cennet kadar kıymetlidir. Şehit olanların ruhu dini inanışımıza göre doğrudan doğruya cennete gider. Şehitlerimiz bu vatan toprağında yattığı için cennetten farksızdır. Bir avuç toprağı sıksak şehitler fışkıracak sanırız. Canımızdan çok sevdiğimiz insanları varımızı yoğumuzu Allah alsında yalnız yaşadığımız sürece bizi vatanımızdan ayrı düşürmesin.





Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:

Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.

Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli-

Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.



Allah'a şair hitap ediyor. Mehmet Akif'in Allah'tan tek dileği ibadet yerlerinin göğsüne düşman elinin değmemesidir. Camilerimizden okunan ezanlar sonsuza kadar türk yurdunun üstünde inlemelidir. Çünkü bu ezanlar dinimizin temelidir.





O zaman vecd ile bin secde eder-varsa-taşım,

Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,

Fışkırır ruh-ı mücerred gibi yerden na'şım;

O zaman yükselerek arşa değer belki başım.



Ezan sesleri yurdumuzun üstünde inledikçe şehitlerimizinde ruhları şaad olacaktır. Ezan sesi sadece yaşayanlara değil, ölülere hatta onların mezar taşlarına bile tesir eden yüce bir anlam taşır. Şehit atalarımızın her şeyden arınmış ruhları yerden fışkıracak, ezan sesiyle ayağa kalkacak ve dışa yükselecektir.





Dalgalan sen de şafakalar gibi ey şanlı hilal!

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.

Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:

Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;

Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal!



Mehmet öc2kif ERSOY



Şair zafer gününün heyecanını yaşıyor. Şanlı bayrağımız dalgalandıkça gökyüzünü şafakla yarış edercesine gökyüzünü kızıl renge boyamaktadır. Türk milleti yeniden bağımsızlığına kavuşmuştur. Atrık onun için yok olma korkusu kalmamıştır. Bayrağımız şehitleri mizin kanlarını hak etmiştir. Bağımsızlık Allah'a tapan ve doğruluktan ayırmayan Türk milletinin en doğal hakkıdır.

istiklal marşı açıklamaları

İstiklal Marşı Açıklama



İstiklal Marşı



Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;

O benimdir, o benim milletimindir ancak.



Mehmet Akif Türk milletine cesaret,ve tahammül aşılamak için ve onda bulunan duyguları harekete geçirmek için şiirine korkma sözüyle başlıyor. Bayrak bir milletin bir milletin geleceğinin ve bağımsızlığının sembolüdür. Bayrağın sönmesi türk milletinin istiklalini kaybetmesidir. Şair ülkemizde tek bir insan kalana kadar bu vatanı savunacağımızı belirtiyor. O halde en son Türk bireyi son nefesini vermeden türk istiklal ve bağımsızlığını yok etmek, Türk bayrağını söndürmek mümkün değildir. Zira bayrağımız milletimizin yıldızıdır. Bayrağın kaderi ile milletimizin kaderi birbirine bağlıdır. Bayrak bizimdir, biz yaşadıkça onu elimizden kimse alamaz. Türk milletinin bütün fertlerini öldürmedikçe bağımsızlığını kimse yok edemez.





Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!

Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...

Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal!



Şair ikinci kıtada bayrağımızın o zaman ki kırgın, küskün, öfkeli halini dile getiriyor. Türk vatanının bazı parçaları, işgal edilmiştir. Bu yüzden bazı bölgelerde bayraklarımız indirilmiş yerine düşman bayrakları asılmıştır. Kaş çatmak öfke halini ifade eder. Kaş ayrıca edebiyatımızda hilale benzetilir. Sevgilinin kaşları daima hilal şeklinde gösterilmiştir. Bayraktaki hilal de tıpkı nazlı bir sevgilinin kaşı gibi çatılmıştır. Kahraman türk milletini üzmektedir. Türkün beklediği, özlediği gülen bir bayraktır. Türk bayrağının gülmesi göklerde dalgalanmasıdır. Bir aşığın sevgilisinden güler yüz beklemesi gibi bağımsızlığa aşık Türk milletide özgürlüğün sembolü olan bayraktan gülmesini beklemektedir. Bu milletimizin en doğal hakkıdır. Çünkü türkler bağımsızlıkları ve bayrakları uğruna pek çok kan dökmüşlerdir. Bu kanları bayrağa helal etmeleri için onun da nazlanmayı bırakıp göklerde dalgalanması gerekir. Türk milleti daima Allah'a inandığı ve taptığı için özgürlük onun hakkıdır.







Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.

Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.



Şair "ben" diyor.(Ancak kast ettiği mana aslında bizdir türk milleti adına konuşmaktadır) Türk milleti ezelden beri hür yaşamıştır,hür yaşayacaktır. Onun özgürlüğünü elinden almak isteyen ancak çıldırmış olmalı,zira böyle bir harekete kalkışanlar ağır bir şekilde cezalandırılır. Türk milleti bağımsızlığı uğrunda önüne çıkacak her engeli aşacak güçtedir. O; böylesine yüce bir amaç için dağları delecek, enginlere sığmayıp,denizleri taşıracaktır güçtedir.





Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,

"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?



Bu kıtada şair vatanımızı istilaya kalkışan avrupalılara meydan okuyor. 20. asrın başında avrupa medeniyeti 19.yy. deki görkeminden oldukça uzaktır. O sebeple şair bayıyı tek dişi kalmış canavara benzetiyor. Ancak avrupa mevcut teknik imkanlarını seferber ederek topuyla, tüfeğiyle, tankıyla bizi yok etmeye çalışmaktadır. Mehmetçik ise bu güce topla, tüfekle, mızrakla, kılıçla cevap vermeye çalışmaktadır. Avrupalı kendini çelik zırhla korurken mehmetçik ona iman dolu altın göğsüyle karşılık vermektedir.





Arkadaş! Yurdumu alçakları uğratma, sakın.

Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.

Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.



Şair kahraman Türk askerine hitap ediyor. Türk yurdunu alçakları uğratmaması için gerekirse canını feda etmesini öneriyor. Şehit gövdelerinin meydana getireceği siperler düşmana mani olacaktır. Mehmet Akif düşmanın çok kısa bir süre içinde bu hayasızca akına son vereceği Allah'ın Türk milletine Kuran-Kerimde vaad ettiği zafer gününün yarından bile daha yakın bir zamanda doğacağına inanmaktadır.





Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı:

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:

Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.



Şair Türk ordusuna vatanın kutsallığını hatırlatıyor. Toprak ile vatan arasında büyük bir fark vardır. Toprağı vatan haline getiren onu elde etmek ve korumak için savaşan fertlerin varlığıdır. Kısacası sıradan bir toprak büyük bir değer taşımaz; ama vatan toprağı uğrunda şehit olan atalarımızın o topraktaki mezarlarıdır. Bu kutsal vatanı dünyalara değişmeyiz. Toprak dünyanın dünyanın her yerinde bulunur. Ancak atalarımızın kanlarıyla sulanan topraklar vatanımız üzerindedir.





Kim bu cennet vatanının uğruna olmaz ki feda?

Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!

Canı, cananı, bütün varımı alsında Huda,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.



Bu vatan cennet kadar kıymetlidir. Şehit olanların ruhu dini inanışımıza göre doğrudan doğruya cennete gider. Şehitlerimiz bu vatan toprağında yattığı için cennetten farksızdır. Bir avuç toprağı sıksak şehitler fışkıracak sanırız. Canımızdan çok sevdiğimiz insanları varımızı yoğumuzu Allah alsında yalnız yaşadığımız sürece bizi vatanımızdan ayrı düşürmesin.





Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:

Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.

Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli-

Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.



Allah'a şair hitap ediyor. Mehmet Akif'in Allah'tan tek dileği ibadet yerlerinin göğsüne düşman elinin değmemesidir. Camilerimizden okunan ezanlar sonsuza kadar türk yurdunun üstünde inlemelidir. Çünkü bu ezanlar dinimizin temelidir.





O zaman vecd ile bin secde eder-varsa-taşım,

Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,

Fışkırır ruh-ı mücerred gibi yerden na'şım;

O zaman yükselerek arşa değer belki başım.



Ezan sesleri yurdumuzun üstünde inledikçe şehitlerimizinde ruhları şaad olacaktır. Ezan sesi sadece yaşayanlara değil, ölülere hatta onların mezar taşlarına bile tesir eden yüce bir anlam taşır. Şehit atalarımızın her şeyden arınmış ruhları yerden fışkıracak, ezan sesiyle ayağa kalkacak ve dışa yükselecektir.





Dalgalan sen de şafakalar gibi ey şanlı hilal!

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.

Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:

Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;

Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal!



Mehmet öc2kif ERSOY



Şair zafer gününün heyecanını yaşıyor. Şanlı bayrağımız dalgalandıkça gökyüzünü şafakla yarış edercesine gökyüzünü kızıl renge boyamaktadır. Türk milleti yeniden bağımsızlığına kavuşmuştur. Atrık onun için yok olma korkusu kalmamıştır. Bayrağımız şehitleri mizin kanlarını hak etmiştir. Bağımsızlık Allah'a tapan ve doğruluktan ayırmayan Türk milletinin en doğal hakkıdır.

istiklal marşı açıklaması

İstiklal Marşı Açıklaması



Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;

O benimdir, o benim milletimindir ancak.



Mehmet Akif Türk milletine cesaret,ve tahammül aşılamak için ve onda bulunan duyguları harekete geçirmek için şiirine korkma sözüyle başlıyor. Bayrak bir milletin bir milletin geleceğinin ve bağımsızlığının sembolüdür. Bayrağın sönmesi türk milletinin istiklalini kaybetmesidir. Şair ülkemizde tek bir insan kalana kadar bu vatanı savunacağımızı belirtiyor. O halde en son Türk bireyi son nefesini vermeden türk istiklal ve bağımsızlığını yok etmek, Türk bayrağını söndürmek mümkün değildir. Zira bayrağımız milletimizin yıldızıdır. Bayrağın kaderi ile milletimizin kaderi birbirine bağlıdır. Bayrak bizimdir, biz yaşadıkça onu elimizden kimse alamaz. Türk milletinin bütün fertlerini öldürmedikçe bağımsızlığını kimse yok edemez.





Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!

Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...

Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal!



Şair ikinci kıtada bayrağımızın o zaman ki kırgın, küskün, öfkeli halini dile getiriyor. Türk vatanının bazı parçaları, işgal edilmiştir. Bu yüzden bazı bölgelerde bayraklarımız indirilmiş yerine düşman bayrakları asılmıştır. Kaş çatmak öfke halini ifade eder. Kaş ayrıca edebiyatımızda hilale benzetilir. Sevgilinin kaşları daima hilal şeklinde gösterilmiştir. Bayraktaki hilal de tıpkı nazlı bir sevgilinin kaşı gibi çatılmıştır. Kahraman türk milletini üzmektedir. Türkün beklediği, özlediği gülen bir bayraktır. Türk bayrağının gülmesi göklerde dalgalanmasıdır. Bir aşığın sevgilisinden güler yüz beklemesi gibi bağımsızlığa aşık Türk milletide özgürlüğün sembolü olan bayraktan gülmesini beklemektedir. Bu milletimizin en doğal hakkıdır. Çünkü türkler bağımsızlıkları ve bayrakları uğruna pek çok kan dökmüşlerdir. Bu kanları bayrağa helal etmeleri için onun da nazlanmayı bırakıp göklerde dalgalanması gerekir. Türk milleti daima Allah'a inandığı ve taptığı için özgürlük onun hakkıdır.







Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.

Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.



Şair "ben" diyor.(Ancak kast ettiği mana aslında bizdir türk milleti adına konuşmaktadır) Türk milleti ezelden beri hür yaşamıştır,hür yaşayacaktır. Onun özgürlüğünü elinden almak isteyen ancak çıldırmış olmalı,zira böyle bir harekete kalkışanlar ağır bir şekilde cezalandırılır. Türk milleti bağımsızlığı uğrunda önüne çıkacak her engeli aşacak güçtedir. O; böylesine yüce bir amaç için dağları delecek, enginlere sığmayıp,denizleri taşıracaktır güçtedir.





Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,

"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?



Bu kıtada şair vatanımızı istilaya kalkışan avrupalılara meydan okuyor. 20. asrın başında avrupa medeniyeti 19.yy. deki görkeminden oldukça uzaktır. O sebeple şair bayıyı tek dişi kalmış canavara benzetiyor. Ancak avrupa mevcut teknik imkanlarını seferber ederek topuyla, tüfeğiyle, tankıyla bizi yok etmeye çalışmaktadır. Mehmetçik ise bu güce topla, tüfekle, mızrakla, kılıçla cevap vermeye çalışmaktadır. Avrupalı kendini çelik zırhla korurken mehmetçik ona iman dolu altın göğsüyle karşılık vermektedir.






Arkadaş! Yurdumu alçakları uğratma, sakın.

f0 Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.

Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.



Şair kahraman Türk askerine hitap ediyor. Türk yurdunu alçakları uğratmaması için gerekirse canını feda etmesini öneriyor. Şehit gövdelerinin meydana getireceği siperler düşmana mani olacaktır. Mehmet Akif düşmanın çok kısa bir süre içinde bu hayasızca akına son vereceği Allah'ın Türk milletine Kuran-Kerimde vaad ettiği zafer gününün yarından bile daha yakın bir zamanda doğacağına inanmaktadır.





Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı:

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:

Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.



Şair Türk ordusuna vatanın kutsallığını hatırlatıyor. Toprak ile vatan arasında büyük bir fark vardır. Toprağı vatan haline getiren onu elde etmek ve korumak için savaşan fertlerin varlığıdır. Kısacası sıradan bir toprak büyük bir değer taşımaz; ama vatan toprağı uğrunda şehit olan atalarımızın o topraktaki mezarlarıdır. Bu kutsal vatanı dünyalara değişmeyiz. Toprak dünyanın dünyanın her yerinde bulunur. Ancak atalarımızın kanlarıyla sulanan topraklar vatanımız üzerindedir.





Kim bu cennet vatanının uğruna olmaz ki feda?

Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!

Canı, cananı, bütün varımı alsında Huda,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.



Bu vatan cennet kadar kıymetlidir. Şehit olanların ruhu dini inanışımıza göre doğrudan doğruya cennete gider. Şehitlerimiz bu vatan toprağında yattığı için cennetten farksızdır. Bir avuç toprağı sıksak şehitler fışkıracak sanırız. Canımızdan çok sevdiğimiz insanları varımızı yoğumuzu Allah alsında yalnız yaşadığımız sürece bizi vatanımızdan ayrı düşürmesin.





Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:

Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.

Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli-

Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.



Allah'a şair hitap ediyor. Mehmet Akif'in Allah'tan tek dileği ibadet yerlerinin göğsüne düşman elinin değmemesidir. Camilerimizden okunan ezanlar sonsuza kadar türk yurdunun üstünde inlemelidir. Çünkü bu ezanlar dinimizin temelidir.





O zaman vecd ile bin secde eder-varsa-taşım,

Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,

Fışkırır ruh-ı mücerred gibi yerden na'şım;

O zaman yükselerek arşa değer belki başım.



Ezan sesleri yurdumuzun üstünde inledikçe şehitlerimizinde ruhları şaad olacaktır. Ezan sesi sadece yaşayanlara değil, ölülere hatta onların mezar taşlarına bile tesir eden yüce bir anlam taşır. Şehit atalarımızın her şeyden arınmış ruhları yerden fışkıracak, ezan sesiyle ayağa kalkacak ve dışa yükselecektir.





Dalgalan sen de şafakalar gibi ey şanlı hilal!

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.

Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:

Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;

Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal!



Mehmet öc2kif ERSOY



Şair zafer gününün heyecanını yaşıyor. Şanlı bayrağımız dalgalandıkça gökyüzünü şafakla yarış edercesine gökyüzünü kızıl renge boyamaktadır. Türk milleti yeniden bağımsızlığına kavuşmuştur. Atrık onun için yok olma korkusu kalmamıştır. Bayrağımız şehitleri mizin kanlarını hak etmiştir. Bağımsızlık Allah'a tapan ve doğruluktan ayırmayan Türk milletinin en doğal hakkıdır.

Vatan elden giderse evladın ne önemi kalır?

Atatürk, Kurtuluş Savaşı için Anadolu'ya geç tikten ve Erzurum Kongresi'ni yaptıktan sonra Sivas'a dönmüş, orada ikinci kongreyi açmıştı.

Bu sırada lise binasında yatıyor; toplantılar yapıyordu.

En basit ihtiyaçlarını bile temin edecek halde değildi; Bazı geceler sabahlara kadar küçük petrol lambasının cılız ışığında çalışıyordu.

Bir aralık lise binasına baskın yapılacağı ve Atatürk'ün yakalanıp asılacağı hakkında şehirde haberler dolaşmaya başladı.

Atatürk'ün hizmetini basit fakat temiz ruhlu, fedakar bir Türk genci yapıyordu. Bu delikanlının babası gizli ve sık sık geliyor; oğluna: Etme, eyleme; evine dön; Bugün yarın şehir basılacak; Mustafa Kemal ve arkadaşları yakalanacak. Onlar her şeyi göze almışlar; sen aileni düşün, diyordu.

Atatürk bu geliş gidişin farkına vardı; bir gün delikanlıyı yanına çağırdı ve sordu: Sık sık sana gelen kimdir?

Babam!..

Ne istiyor?

Delikanlı her şeyi anlattı. O zaman Atatürk, ona doğru biraz daha ilerledi; Elini omzuna koydu ve dedi ki: Hizmetinden memnunum, fakat baba hakkı büyüktür. Mademki razı olmuyor, git! Git, fakat babana söyle ki, Vatan elden giderse evladın ne önemi kalır?

ATATÜRK 1937 de Müslüman Filistin'i nasıl savunmuştu

Atatürk'ün FİLİSTİN'E saldıracak ülkelere yönelik açık tehdidi:



"Arapların Avrupa siyasetine nüfuz edemeyip bu sözde istiklal kelimesine inandıkları ve bu uğurda Arap memleketlerini Avrupa emperyalizmine esir kıldıkları çok şayanı teessüftür.Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakya bir kaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize köe2fi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslamiyet in mukaddes yerlerini Musevilerin ve Hıristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyet e lakayt olmakla itham edildik.Fakat bu ithamlara rağmen Peygamberin son arzusunu yani, mukaddes toprakların daima İslam höe2kimiyetinde kalmasını temin için hemen bu gün kanımızı dökmeye hazırız.



Cedlerimizin, Selahaddin`in idaresi altında, uğrunda Hıristiyanlarla mücadele ettikleri topraklarda yabancı höe2kimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bu gün, Allah`ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda bütün İslam öe2leminin ayaklanıp icraata geçeceğinden şüphemiz yoktur.

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK



Arapça yayın : Bombay Cronicle 27.07.1937 münteşir

Türkçe yayın: Höe2kimiyet-i Milliye Gazetesi

İşte Atatürk'ün Gerçek Sesi

[Resim: file.ashx?FileID=399042&Width=29...hite=False]



Kültür ve Turizm bakanlığı geçtiğimiz aylarda bir arşiv çalışması yapmış ve Atatürk'ün orjinal ses kayıtlarına ulaşmıştı. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi o kayıtlar üzerindeki restorasyon çalışmasını tamamladı. Ve ortaya Atatürk'ün gerçek sesi çıktı.



Basına gösterimi yapılan ilk görüntüde Atatürk'ün 1936'daki Meclis konuşması restorasyon yapılmadan önce ve sonra gösteriliyor.



İkinci görüntü ise, 1915'te Harbiye Nazırının Kıta Teftişi ve Barum manzarasından oluşuyor. Ancak o dönemde ses olmadığı için ikinci filmde de ses yok. Görüntülerde küçük çocukların çay toplaması da görülüyor.



Filmler arasından Alman İmparatorunun Dersaadet'e gelişi de var. 1917 tarihli görüntüler de sessiz. Bu görüntülerde ise, Alman İmparatoru ile Sultan 5. Mehmed Reşat da görülüyor. 1918 tarihli diğer bir görüntüde ise, Sultan Abdülhamid'in cenaze töreni görüntüleri yer alıyor, Son Padişah Vahdettin görülüyor.



1923 tarihli görüntüde ise, Lozan Barış Heyetinin karşılanması yer alıyor. Görüntülerde Atatürk, İsmet İnönü ve Atatürk eşi Latife Hanım yeralıyor. Bir diğer görüntü ise, 1930 yılına ait Atatürk'ün Orman Çiftliğinde Amerikan Büyükelçisi Joseph Grew'u ağırlamasından oluşuyor.



1934 yılındaki görüntüde ise, Atatürk İran Şahı Rıza Pehlevi ile karşılıklı konuşuyor.



Sesli olan görüntüde Atatürk'ün gerçek sesi de net bir şekilde duyulabiliyor. Atatürk'ün deniz kenarında İsmet İnönü ile birlikte gemileri izlediği görüntünün yanı sıra, 1936 tarihli filmde ise, Atatürk'ün İngiltere Kralı 8. Edward'ın Türkiye ziyareti de yer alıyor. Filmde ayrıca, Atatürk'ün 1937'de Doğu illerini ziyareti de görülüyor.



Gözlerini hayata kapamadan bir yıl önceki görüntülerinde Atatürk'ün zayıflamış olduğu da dikkatlerden kaçmıyor.













29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Mesajları

Siyasilerin aşağıdaki 29 Ekim Cumhuriyet bayramı mesajları tarih olarak günümüze uyarlanarak ve bir kısım değişikliklerle kullanılabilir kanaatindeyim.



Adalet ve Kalkınma Partisi Yalova Milletvekili İlhan Evcin;



Dünya üzerinde Milli Mücadele vererek bağımsızlığını kazanan bir milletin evlatları olmanın şanlı gururunu taşıyoruz. Bu Milli Mücadele sonucunda kahramanlarımız; geçmişe gururla geleceğe ise güvenle bakmamızı sağlayacak Cumhuriyeti armağan etmişlerdir. Ne mutlu bize ki, sadece bir yönetim şekli olmayan, aynı zamanda tarihimizin en önemli çağdaşlaşma, toplumsal ve siyasal gelişim hareketi olan Cumhuriyete sahibiz.



87 yıldır döe2hili ve harici düşmanlarımızın hain emellerini gerçekleştirmek için bozmaya çalıştığı birlik ve beraberliğimizi koruma azim ve kararlılığında olmalıyız. Bu sayede, Gazi Mustafa Kemal in Ülkemizin Muasır medeniyetlerin ilerisine geçmesi ülküsünü yerine getirebiliriz. Ülkemizde Ekonomi, İnsan Hakları, Demokrasi, Eğitim, Ulaştırma, Sağlık, Bilim başta olmak üzere diğer tüm alanlardaki olumlu gelişmeler bundan sonra da artarak devam edecektir.



Bizleri tek Millet, tek Bayrak, tek Devlet, tek Vatan yapan değerlerimizi, birlik ve beraberliğimizi koruyarak, bundan sonra da hedeflerimizi gerçekleştirmek için çalışacağız.



Bu duygu ve düşüncelerle başta Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm gazi ve şehitlerimizin aziz hatıralarını rahmet ve minnet duygularıyla anıyorum.



Büyük milletimizin Cumhuriyet Bayramı'nı en iyi dileklerimle kutluyor, selam ve sevgilerimi sunuyorum.





Cumhuriyet Halk Partisi Yalova Milletvekili ve Grup Başkanvekili Muharrem İnce;



Cumhuriyetimizin 87. yılılını büyük gururla, coşkuyla ve sevinçle kutluyoruz. Bir çağdaşlaşma projesi olan Cumhuriyet, Türk Milletinin, Mustafa Kemal Atatürkün önderliğinde kazandığı Ulusla Kurtuluş Savaşı nın sonucunda kurulmuştur.

Cumhuriyet; Atatürkün Nutuk taki sözleriyle, ''Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır.''

Cumhuriyet, Avrupa ve Anadolu aydınlanmasını, yan yana getiren yeni bir yaşam biçimi kurmuştur.

Cumhuriyet, sosyal devlet, laiklik, hukuk devleti, bağımsızlık, aydınlanma, ekonomik kalkınma, kadının özgürleşmesi demektir ve devrimlerin en büyüğüdür.

Son yıllarda Cumhuriyetle birlikte özgür yurttaşlar olma idealimizi, bağımsız, kendi özgücüne güvenen bir devlet olma çabamızı, laik ve çağdaş uygarlık için en hakiki yolun bilim olduğu gibi sayısız değerimizi yarınlara taşımada, bir yol kavşağındayız.

Ya demokratikleşme özgürleşme yalanlarına kanıp, Cumhuriyetin yıpratılmasına, kuşatılmasına, hukuk devletinin yok edilmesine, özgürlüklerimizin sınırlandırılmasına seyirci kalıp ses çıkarmayacağız yada Cumhuriyetimize sahip çıkarak gerçek demokrasiyi, gerçek özgürlüğü, refahı ve zenginliği yaşayayacağız, yaşatacağız.

Bizim tercihimiz Cumhuriyetimizi ilelebet yaşatmaktır.

Bu nedenledir ki her geçen gün sorumluluklarımız, görevlerimiz artmaktadır.

Ülkemizin içinde bulunduğu koşullarda, 1920 li yılların heyecanı, umudu ve inancıyla bağımsızlığımıza, ulusal birliğimize ve Cumhuriyet imize sahip çıkmak, Cumhuriyetimizi kuşatanlara ve kurumlarımızı fethetme arayışında olanlara karşı mücadele etmek hepimizin en öncelikli görevi olmalıdır.

Bu görevin bilincinde olan bir Cumhuriyet neferi olarak herkesin Cumhuriyet Bayramını kutluyor, bize bu büyük mutluluğu yaşatan başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, kurucularımıza, Cumhuriyet devrimini gerçekleştirenlere şükranlarımızı sunuyorum.





Yalova Belediye Başkanı Yakup Koçal;




Büyük Önder Atatürkün önderliğinde yakılan Milli Mücadele ateşi, 29 Ekim 1923 te Cumhuriyet ilan edilerek sonuçlandırılmıştır. Cumhuriyet; Mustafa Kemal Atatürkün bizlere bırakmış olduğu en büyük mirastır. Cumhuriyetimizin 87. yılını düzenlenecek etkinliklerle atalarımıza yakışır şekilde kutlayacağımıza yürekten inanıyoruz. Gerçekleşecek törenlerde yalnızca resmi temsilciler değil, halkımızın da katılımını bekliyoruz.

Bağımsızlığımız uğruna dökülen kanları hep hatırlamalı, en değerli manevi varlığımızın Türkiye Cumhuriyeti olduğunu asla unutmamalıyız. Türk Ulusu, Cumhuriyet ile birlikte dünya milletlerinin onurlu ve değişmez bir üyesi olmuştur. Geçmişi sağlam temellere dayanmayan birçok toplum tarih sahnesinden bir bir silinirken geçmişi atalarının asil kanları ile sulanan bir tarihe sahip Türk Ulusu 1923 ten beri dimdik ayaktadır. Bizlere ve gelecek nesillere düşen en önemli görev; Türkiye Cumhuriyeti nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunmak, Atatürk ilke ve inkılaplarını koruyup, kollamak iç ve dış tehditlere karşı duyarlı olmaktır.

Bu duygu ve düşünceler içerisinde öncelikle başta Büyük Önder Atatürk olmak üzere bu uğurda canını hiçe sayan tüm aziz şehitlerimizi minnetle anıyor, halkımızın bu mutlu ve gururlu bayramını kutluyorum.







Çiftlikköy Belediye Başkanı Metin Dağ;



Büyük milletimizin tarihinin en önemli başarısı ve kazanımı olan cumhuriyetimizin 87. yılını kutluyorum. Bu büyük günde cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk ve onun kahraman silah arkadaşlarını, bu uğurda canlarını feda etmekten çekinmeyen nice şehitlerimizi ve gazilerimizi anıyor, sonsuz minnet ve şükranlarımızı sunuyorum.

Cumhuriyet eşitlik, özgürlük ve uygarlıktır. İnsanlık onurunu her şeyin üstünde tutmaktır. Cumhuriyet, cehalete, yoksulluğa, fukaralığa, çaresizliğe karşı verilen mücadelenin adıdır. Cumhuriyetin temelindeki iddia, vatandaşlarını çağdaş bir devletin vatandaşı yapmaktır. Cumhuriyet sayesinde ülkemiz 87 yıl gibi kısa bir sürede demokratik, çağdaş bir seviyeye yükselmiş, hayatın her alanını kapsayan modern zihniyetin büyük bir temsilcisi olmuştur.

Bu anlamlı günde Cumhuriyetin biz Türk milletine kazandırdıklarını, çağdaşlığı, demokrasiyi, bölünmez bütünlüğe sahip çıktığımızı bir kez daha göstermemiz gerekmektedir.

Bu duygu ve düşüncelerle büyük cumhuriyetimizin sonsuza payidar kalmasını diliyor, vatan ve bayrak uğruna canlarını veren kahraman şehitlerimizin önünde saygıyla eğilerek tüm Çiftlikköy ve Yalova halkının Cumhuriyet Bayramı nı en içten dileklerimle kutluyorum.





Altınova Belediye Başkanı Dr. Metin Oral;



Cumhuriyet; esarete boyun eğmeyip, vatanı ve değer yargıları uğruna verdiği milli mücadelede, top mermilerine göğsünü siper ederek, hiçbir millete nasip olmayan kahramanlık destanları yazan ve adını tarihe altın harflerle kazdırtan milletimizin, dünya milletleri arasındaki şerefli yerinin bir sembolüdür. Huzur ve güven içinde, bu şerefli günün 87. yıldönümünü kutlamanın büyük mutluluğunu yaşıyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti, laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti olmanın sağladığı güçle, milletimizin fazlasıyla layık olduğu parlaklıkta bir geleceğe doğru hızlı ve emin adımlarla yol almaktadır.

Atılan bu adımlar bizi her geçen gün Mustafa Kemal Atatürkün gösterdiği Türkiye yi muasır medeniyetler seviyesi üzerine çıkartmak hedefine doğru yaklaştırmaktadır.

Ülkemizi Ulu Önder in gösterdiği hedefe taşımak, güçlü ve aydınlık yarınlara kavuşturmak için yapılan özverili çalışmalar sayesinde, ekonomik özgüven yeniden kazanılmış, Türkiye nin her köşesinde büyük imar ve inşa hareketi başlatılmış, yok olmaya başlayan insani değerler ön plana çıkartılmış, bölge ve dünya siyasetinde lider ülke olmaya aday konumuna gelinmiş, medeniyet zirvesine giden yol da büyük mesafe kat edilmiştir.

Ülke genelinde istikrarlı bir şekilde hükümetimiz tarafından sürdürülen bu kalkınma hamlesi içinde, Altınova Belediyesi olarak yeni projemiz, alt ve üstyapı hamlemiz, temiz bir çevre oluşturma çabamız, modern şehircilik ve sosyal belediyecilik anlayışımızla yerimizi almanın mutluluğu içindeyiz. Bu örnek ve özverili çalışmalarımız, Altınova mızı geleceğin çağdaş ve örnek kenti yapacaktır.

Cumhuriyetimiz 100 yaşına vardığında hedeflenen noktaya gelmek suretiyle, hep birlikte şanla, şerefle, huzur ve refah içinde, barış ve esenlikle, coşkuyla bir asrı kutlama şerefine de ulaşacağız.

Bu yoğun duygular içinde, Cumhuriyetin 87. yaşını idrak etmenin gururuyla, Büyük Önder Atatürk ve milli mücadele kahramanlarımızı rahmetle ve minnetle anıyorum.

Tüm milletimizin bayramını en kalbi duygularımla kutlarken, aydınlık bir geleceğe doğru daha nice yıllar boyunca, birlik ve beraberlik içinde yürümeyi diliyorum.





Adalet ve Kalkınma Partisi Yalova İl Başkanı Temel Coşkun;



Milletimizin, Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde yürüttüğü Milli Mücadele'nin uzun ve çileli yıllarından sonra, memleketimizi işgal eden emperyalist devletlerin mağlup edilmesiyle 29 Ekim 1923'te TBMM tarafından ilan edilen Cumhuriyet'imizin 87. kuruluş yıldönümünü kutlamaktayız.

Geride bıraktığımız 87 yıl içinde Cumhuriyetimiz gelişip olgunlaşmıştır. Ancak bu kolay olmadı. Çünkü 1. Dünya savaşında çeşitli cephelerde yüzbinlerce yetişmiş evladını şehit veren milletimiz, akabinde tüm kıt imköe2nlarını seferber ederek İstiklal Savaşını ve kurtuluşu gerçekleştirmiştir.



Cumhuriyet, savaştan çıkmış, yorgun ve yoksul bir ülkenin kendi küllerinden adeta yeniden dirilişi ile var olmuştur. Cumhuriyet, milletimizin ve ülkemizin var olma mücadelesini başarması için yeni bir ruh ve dinamizm getirmiş ve yeni hedefler koymuştur.

Mustafa Kemal Atatürk "Çağdaş bir Cumhuriyet kurmak demek, milletin insanca yaşamasını bilmesi, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrenmesi demektir" sözü ile Cumhuriyetin temel amacını en iyi biçimde ortaya koymuştur.

Türkiye Cumhuriyeti'nin korunması ve yaşatılmasında hepimize görevler düşmektedir. Atatürk'ün Cumhuriyetle yaktığı aydınlanma meşalesini taşıyacak ve Cumhuriyetimizi sonsuza kadar yaşatacağız. Bu konudaki en büyük güvencemiz, Cumhuriyet fikrinin kaynağı ve dayanağı olan aziz milletimizdir.

Milletimizi refaha ulaştırmak için özveriyle, yılmadan çalışmaktayız.Daha güzel yarınlar için, yaşamın her alanında çatışma yerine uzlaşmayı, kavga yerine hoşgörü ve barışı, karanlık yerine aydınlığı seçmekteyiz. Milletimize, Devletimize ve Demokrasimize olan inancımız ve bağlılığımızın gereği yaptığımız çalışmalar ile daha iyi ve güçlü Türkiye hedeflemekteyiz.Çocuklarımız için daha mutlu yarınların sağlanabilmesinin de temelinde demokratik yapı yatmaktadır.

Başta Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm gazi ve şehitlerimizin aziz hatıralarını rahmet ve minnet duygularıyla anıyor, tüm hemşehrilerimizin 29 Ekim Cumhuriyet Bayramını tebrik eder, teşkilatım adına sağlık ve mutluluklar dilerim.





Cumhuriyet Halk Partisi Yalova İl Başkanı Ertan Şener;



Temelini Ulusal Bağımsızlık mücadelesiyle attığımız Cumhuriyetimizin 87. yıldönümünü kutluyoruz. Cumhuriyet yönetimi devlet yaşamında, yönetimde, bu yönetimin işleyişinde Türk ulusunun iradesinin egemen olması demekdir.

Cumhuriyeti kuranların amacı Türk ulusunu özgürlükçü bir ortamda bağımsız olarak çağdağ uygarlık düzeyine ulaştırmaktır. Mustafa Kemal Atatürk, bu amaca ulaşmak Cumhuriyetçi, ulusçu, devletçi, laik ve devrimci bir düzen, bir yönetim ve yaşam biçimi ortaya atmış, bunu uygulamaya çalışmış, gelecekte de bunun uygulanmasını istemiştir.



Anadolu aydınlanmasının ürünü olan, laik ve demokratik hukuk devleti niteliğiyle Atatürk Cumhuriyeti olarak adlandırılan Cumhuriyetimiz, yaşanan son siyasi gelişmelerle tehdit altındadır. Güçler ayrılığı ilkesinin bozularak yasama, yürütme ve yargının tek elde toplanması Cumhuriyetimiz için en büyük tehlikedir.

Ülkenin çok kötü yönetildiği bir süreci yaşıyoruz. Siyasi iktidar terör ve terör örgütü karşısında aciz kalmıştır. İmralı daki terörist başı hem örgütünü yönetebilmekte, hem de hükümet tarafından muhatap alınıp kendisiyle pazarlık yapılmaktadır.

Vatandaşımız işsizlik, yoksulluk ve yoksunluk içinde kıvranmakta, gelir dağılımındaki adaletsizlik ve uçurum her geçen gün artmaktadır.



Cumhuriyetimizin 87. yılında bize düşen görev laik, demokratik, sosyal hukuk devleti olan Cumhuriyetimize sahip çıkmak, karşıdevrimcilerden, sivil dikta özlemcilerinden hesap sormaktadır. Kuvvayı Milliye şehitlerimizden aldığımız gücümüzle Cumhuriyetimizi sonsuza kadar yaşatacağız. Cumhuriyet düşmanlarının (karşıdevrimcilerin) maskesini indireceğiz.





Milliyetçi Hareket Partisi Yalova İl Başkanı Hasan Topçular;



Büyük bir kurtuluş mücadelesiyle, topraklarımızda gözü olanlara karşı gösterilen onurlu bir direniş sonucunda kurulan Cumhuriyetimizin, 87.yıldönümünü idrak etmekteyiz.

Türk milleti; her türlü varlığına kasteden mihrak ve güçlere ortak iman ve inançla karşı durmasının manası olan Kurtuluş Savaşını zaferle taçlandırmış ve kendi geleceği hakkında kendisinin karar vereceği bir yönetim biçimi olan Cumhuriyeti tercih etmiştir.

Cumhuriyetimiz Mustafa Kemal Atatürk ve ülkü arkadaşlarının hayata geçirdiği en önemli değer, Türk tarihinin kaydettiği en muhteşem atılımlardan birisidir. İnsanlığın tüm zamanlarında bile, diğer milletlerin böylesine sarsılmaz ortak bir iradeyle kendi kaderlerini kendi elleriyle yazdıklarına çok nadir bir şekilde şahit olunmuştur.

Cumhuriyet; milletimizin doğulusuyla, batılısıyla, kuzeylisiyle, güneylisiyle, kadın-erkek, yaşlı-genç demeden; kan, gözyaşı ve emeğiyle hayata geçirdiği eşi olmayan bir şaheserdir.

Bu şahesere sahip çıkmak, korumak ve kollamak her Türk vatandaşının en temel ve vazgeçilmez görevi olmalıdır.

Kimliklere göre kutuplaşmanın, semboller üzerinden çatışmaların, duygulardaki karşıtlığın körüklenip tahrik edildiği sıkıntılı günler yaşadığımız bu dönemde, Cumhuriyetimizin kazanımlarına daha çok ve tavizsiz bir şekilde destek olmak milli ve tarihi bir vazife olacaktır.

Bilinmeli ve akıllardan asla çıkartılmamalıdır ki; Türk milleti Cumhuriyet ile ilgili ilk ve son sözünü 29 Ekim 1923 yılında söylemiş, bu hususta ki bahsi bir daha açmamak üzere sonsuza kadar kapatmıştır. Türkiye Cumhuriyeti

nin varlığına, bekasına yönelik her türlü saldırı ve tehdit tarihte olduğu gibi Büyük Türk Milleti tarafından sonuçsuz bırakılacaktırAziz milletimiz her ne pahasına olursa olsun gerektiğinde Cumhuriyeti muhafaza etmek için dün olduğu gibi, bugün ve yarında hiçbir fedaköe2rlıktan kaçmayacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, Cumhuriyetimizin kurulduğu bu çok anlamlı günün yıldönümünde, Büyük Türk Milletinin bayramını kutluyor; büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'ü, silah arkadaşlarını ve şehitlerimizi şükran, minnet ve rahmetle anıyorum. Meköe2nları cennet, ruhları şad olsun.





Demokrat Parti Yalova İl Başkani Muhammet Sarioğlu;



87. yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyete hangi süreçlerden geçilerek gelindiğini iyi biliyoruz.

Birinci dünya savaşının ardından dağılan, parçalanan, her yönden işgal edilen Osmanlı imparatorluğunun külleri içinden milletimiz, Mustafa Kemal Atatürkün önderliğinde verdiği Milli Mücadele ve ulaşılan zaferle bugünkü Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur.



İstiklal Savaşında yaşanan yoksulluklar, zorluklar, karakteri bağımsızlık olan milletimizin iman ve azimle mücadele etmesine engel teşkil etmemiştir.



Kimi çevrelerin şartları en kötü, karanlığı en koyu, ümidi en zayıf gördüğü, işgalci güçlerle işbirliği yapmayı ve mandacılığı tercih etmeyi en akılcı yol olarak dile getirdiği bir zamanda, Mustafa Kemal Atatürk te milli kimliğinin liderliğini bulmuş, I. Dünya Savaşının galiplerine Türkiye nin bağımsızlığını kabul ettirmiş olan milletimizin bu azim ve kararlılığı bugün de yolumuzu aydınlatıyor.



Millet iradesini esas alan bir rejim olarak cumhuriyet, İstiklal Savaşını şekillendiren Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin olduğu kadar, ülkemizin modernleşme, kalkınma, gelişme istikametindeki iki yüz yıllık yolculuğunun da doğal bir sonucudur.



Nitekim bu yüzden çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmak isteyen ülkemiz cumhuriyetle demokrasiyi birleştirmiş, haklar ve hürriyetler temelinde vatandaşlarının barış, huzur ve refah içinde yaşayacakları şartları inşa etme yolunda dev adımlar atmıştır.



Bu siyasal ve sosyal zemin, Farklılık içinde birlik anlayışı çerçevesinde kaderde, kıvançta, tasada yaşanan ortak geçmişi geleceğe taşıyacak olan en önemli unsurdur.

Bütün bunların ötesinde, Türkiye Cumhuriyeti nin birliği ve dirliğine karşı gaflet, dalalet içinde bulunanlar kadar, kimi uluslar arası güçlerle sefil çıkarları için işbirliği yapanlar da milletimizin bu asil karakterini hüsrana uğrayacaklarının kesin bir kanıtı olarak mutlaka hesaplarına katmalıdırlar.



85 yıl içinde büyük başarılar gerçekleştiren, ekonomiden toplumsal hayata ve uluslar arası alana kadar onurlu, güçlü bir toplum ve devlet oluşturan milletimiz, sonsuzluğa akan tarih içinde asaletine ve misyonuna yakışır atılımlarla dünyanın büyük güçleri arasına girecek, hakkın ve adaletin uluslar arası düzeyde gerçekleşmesi davasının da kararlı bir takipçisi olacaktır.



Bu anlayış ve bu tarih bilinciyle Cumhuriyetimizin ebediyen yaşamasına yönelik iman ve irademizi ifade eder, başta Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Atatürk ve arkadaşları olmak üzere Cumhuriyetimize hizmeti geçen değerli büyüklerimiz ve aziz şehitlerimizi rahmet, minnet ve saygı ile anar, Cumhuriyetimizin 85. yılının tüm milletimize kutlu olmasını dilerim



Adalet ve Kalkınma Partisi Altınova İlçe Başkanı Muzaffer Öztürk;




Cumhuriyet, sadece bir yönetim biçimi değildir. Aynı zamanda hür olmaktır, özgür yaşamaktır, refahın ve huzurun teminatıdır. Halkın düşüncelerinin ve mutluluğunun baş tacı yapıldığı, sıfatı ve mevkii ne olursa olsun herkesin eşit seviyede olduğu bir sistemdir.

Cumhuriyetin temel gayesi, en basit ifadesiyle halkın meşru ve faydalı taleplerine yanıt vermektir. Bu gaye, cumhuriyeti bugünlere getiren bütün kurum ve kişilerin ana ilkesi olduğu gibi, bugünün yöneticilerinin de hedefidir. Bu hedeften hiçbir şekilde ve hiçbir zaman sapmayacağımızı bu vesileyle tekrarlamak isterim. Amacımız, cumhuriyeti ve cumhuriyeti oluşturan cumhuru yüceltmek için hiç durmadan çalışmak olacaktır.

Bugün 87. yaşını kutladığımız Cumhuriyetin büyüklüğünü ve önemini kavrayabilmek için, komşu ülkelere bakmak yeterlidir. Halkla kendi aralarında saraylar ören veya tabela cumhuriyeti olmaktan öteye geçemeyen ülkeler, bugün bizim çok gerimizde yer almaktadırlar.

Türkiye gerek siyasi, ekonomik ve askeri gücü gerekse potansiyelleri bakımından bölge ülkeleri arasından hemen ayırt edilebilmektedir. Bu ayrıcalığa Türkiye Cumhuriyeti sayesinde sahip olduğumuzu asla unutmamamız gerekmektedir.

Cumhuriyetin ideal anlamda yaşatılabilmesi için, yöneticilerin halkla kaynaşması şarttır. Bu konuda bize en iyi örneği Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk vermiştir. Halkın omuzları üzerinde ilerlemek yerine halkla birlikte hareket eden, halkın gücünü yanına alan Atatürk, bu sebepledir ki tarihte eşi benzeri az rastlanır bir başarıya ulaşmıştır.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, bizim için sadece kutlama tarihi değil aynı zamanda bir muhasebe vesilesi olmalıdır. Cumhuriyet kelimesinin özünü teşkil eden cumhura yani halka karşı görevlerimizi ne kadar yerine getirdiğimizin hesabını yapmak durumundayız. Yetki bizde. Ne istersek yaparız anlayışı yerine, Bu yetkiyi halkımızın refahı için ne kadar iyi ve yerinde kullanabiliyoruz? sorusunun cevabını aramalıyız.

Cumhuriyetimiz 87 yılda büyük mesafeler kat etti. Ancak daha kat edilecek çok mesafe var. Bu konuda üzerimize düşen bütün görevleri mazeretlerin arkasına sığınmadan yerine getirmeye hazırız.

Başta Büyük Önder Atatürk olmak üzere cumhuriyetimizi kuran ve bugünlere getiren bütün gazi ve şehitlerimizi şükran ve minnetle bir kez daha anıyoruz.





Cumhuriyet Halk Partisi Çiftlikköy İlçe Başkanı Oktay Atik;



Büyük Önderimiz Atatürkün eşsiz dehasının eseri olan Cumhuriyetimizin 87. Yıldönümünü kutlamanın haklı gururunu ve onurunu yaşıyoruz.

Cumhuriyet insanca yaşamın düzenidir. İnsanca yaşamak ideali de Atatürkü Cumhuriyete yönelten sebeplerden biridir. Cumhuriyet insanları mutlu kılacak özgür ve adil bir düzenin ifadesi olduğu için Atatürk Cumhuriyeti kurmuş ve savunmuştur. Cumhuriyetin değerlerine, ilkelerine ve kazanımlarına sahip çıkma bilinciyle hareket etmekte bizlere düşen görevdir.

Cumhuriyet, Türk Milleti nin karakterine çok uygundur. Hürriyet ve istiklöe2l benim karakterimdir. Millöee istiklöe2l bence bir hayat meselesidir diyen Atatürk, özgürlük ve bağımsızlık için en uygun idare olan Cumhuriyeti, özgürlük ve bağımsızlığına son derece düşkün olan Türk Milletinin tabiatına da uygun görmektedir. Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği Cumhuriyet gençliği, ne derecede elverişsiz şartlar içinde ne kadar büyük güçlüklerin aşıldığını hatırlayarak, Atamızın engin yurtseverliğinden ve aydınlık düşüncelerinden ilham almaktan asla vazgeçmeyecektir.

En çetin güçlükleri yenerek, çok ağır bedellerle büyük cefa ve zorlukların ardından sahip olunan, hür ve bağımsız Cumhuriyet in değerini çok iyi bilinmekte, devralınan bu değerli mirası, aynı yüksek ruh ve şuurla, her geçen gün daha da güçlenerek gelecek nesillere millet olarak taşımaya devam edeceğiz.

Bu vesile ile Cumhuriyet Bayramımızı gururla, onurla, coşkuyla, ama en çok da umutla kutlarken, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün şehitlerimizin, gazilerimizin, isimsiz kahramanlarımızın aziz hatırasını saygıyla anıyoruz. Bayramımız kutlu olsun!

Atatürk'ün Çizdiği Kelimeler

Can Dündar'ın Milliyet'teki köşesinde bugün "El yazısıyla 10. Yıl Nutku" başlığıyla yer alan yazısında 10. yıl Nutku'nun hikayesi yer aldı.



Yazı şöyle:



"Çankaya da Cumhurbaşkanlığı Köşkü belgeler arşivinde 7 beyaz sayfa... Üzerinde tanıdık bir el yazısı... Tanıdık sözcükler...

Bazı satırların üzeri çizilmiş, yenileri yazılmış.

Bu sayfaları tanıyorsunuz; defalarca gördünüz:

O gün, yani 29 Ekim 1933 günü, Cumhuriyet in 10. yıldönümü kutlanırken Ankara da, Hipodrom daki kürsüde konuşan liderin elindeydi o sayfalar...



Kutlamalar yaklaşırken yakınındakilere Onuncu yıldönümünde ne söyleyeceğiz? Düşünüp bir şeyler hazırlayalım demişti.

O günden itibaren herkes 10. yıl nutku üzerine düşünmeye koyuldu. Hikmet Bayur, emri alışlarının ikinci günü, Atatürkün uyandığı haberini alınca aklında bazı fikirlerle odasına gitti.

Ama ondan önce Atatürk söze girdi:

Gece çalıştım ve nutku yazdım dedi.

Bayur bu köe2ğıtları aldı, hemen okudu.

Temize çekilmemiş bir konuşma metniydi bu...

Atatürk, doğrudan milletine hitap ediyor ve geçen 15 yılın muhasebesini yaparken, ilerde yapacaklarının da ipuçlarını veriyordu.



TÜRKÜN BAŞINA BÜYÜK EKLEMİŞ

İlk sayfa Türk milleti hitabıyla başlıyordu.

İstiklöe2l Savaşı na başladığımızın 15 inci yılındayız cümlesinde İstiklöe2l in üzerini çizip Kurtuluş yapmıştı. Sonra höe2löe2 kulaklarımızda çınlayan o ünlü cümle geliyordu:

Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun!

Cümlenin devamında Türk milletinin bir ferdi olarak bu büyük güne kavuşmanın derin sevinç ve heyecanı içindeyim diyordu.

Sonradan Türk milleti ifadesinin başına Büyük sıfatını eklemiş, cümle içindeki büyük günü ise kutlu gün şeklinde değiştirmişti.



MECBURİYET YETMEZ, AZİM GEREKİR

Devamı şöyleydi: Yurttaşlarım!

Az zamanda çok ve büyük işler yaptık...

Bu işlerin başındaki en büyük yapı, temeli...

Cümlenin burasında bir okla sayfanın başına gitmiş ve şunu eklemişti:

...Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti dir. Bundaki muvaffakiyeti, milletin bir ve beraber olarak azimköe2rane yürümesine borçluyuz.

Cümlenin 2. sayfadaki devamında şu ifade vardı: Fakat yaptıklarımızdan asla memnun ve mağrur olamayız.

Sonra bu cümleyi şöyle düzeltmişti:

Fakat yaptıklarımızı asla köe2fi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyeti karşısındayız.

Bu son cümleyi de mecburiyeti ve azmindeyiz diye düzeltmişti sonra...



MİLLİ KÜLTÜR VURGUSU

Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağımızı, milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağımızı söyledikten sonra bir ek yapmış, çıtayı daha da yükseltmişti:

Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracağız.

Metin, 3. sayfada şöyle devam ediyordu:

Bunun için bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşek zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle daha az zamanda daha çok çalışacağız, daha büyük işler başaracağız. Bunda muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk milletinin karakteri yüksektir. Çünkü Türk milleti zekidir, zeköe2ya hürmet eder. Ve çünkü Türk milletinin yürütmekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale ilimdir.



NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE

4. sayfadan bir başka paragraf:

Büyük Türk milleti...

Şimdiye kadar (üstünü çiziyor) on beş yıldan beri, beraber giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vaat eden çok sözlerimi işittiniz. Bahtiyarım ki bu sözlerimin hiçbirinde milletimin, senin itimatsızlığını... diye devam edecekken itimatsızlığını kelimesini çiziyor ve şöyle devam ediyor:

...hakkındaki itimadımı sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.

Bugün aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, milli ülküye sadık... ( sadıkın üzeri çizilmiş)tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti, az zamanda bütün medeni öe2leme büyük olduğunu ispat edecektir. ( ispat edecektir silinmiş bir kere daha tanıtacaktır diye yazılmış.)

Bu sayfanın sonunda Ne mutlu Türküm diyene cümlesi var. Ancak sonradan bu cümlenin üzeri çizilmiş, araya bir sayfa eklenmiş.



BENİ HATIRLAYINIZ!

Atatürkün 5/1 diye numaraladığı devam sayfasında çok ilginç bir bölüm var:

Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve kabiliyeti bundan sonraki inkişafı ile atöd3nin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır.

Bu söylediklerim hakikat olduğu gün, senden ve bütün medeni beşeriyetten dileğim şudur:

Beni hatırlayınız!

Sonradan bu son iki cümlenin yanına işaret koymuş ve üzerlerini çizmiş.

Daha büyük şerefler

Ve son sayfa: Türk milleti!

Ebediyete akıp giden her on senede bu büyük millet bayramını, daha büyük şerefler, saadetler, sulh ve ( sulh ve nin üzeri çizilmiş) huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.

Ne mutlu Türküm diyene!



O HAZİN CÜMLEYİ KALDIRMASINI RİCA ETTİM, SİLDİ!

Hikmet Bayur, Atatürk ten Anılar kitabında (Türk Tarih Kurumu Ankara, 1998) 10. yıl nutkunun ilk halini okuduğu günden şu anıyı aktarıyor:

Son sayfaya gelince durdu. Duygulandı.

Bu söylediklerim hakikat olduğu gün, senden ve bütün medeni beşeriyetten dileğim şudur: Beni hatırlayınız!

Bu sözler bana çok hazin gelmişti, adeta bir vedanöe2me hissi veriyordu.

Bütün milletin o güne onunla erişmeyi dilediğini ve düşündüğünü söyleyip bu cümleyi kaldırmasını rica ettim.

Cümlenin sonunda görülen işareti koydu, sonra müsveddeyi gören hemen herkes aynı şeyi tekrarlayınca cümleyi sildi.

Atatürk'ün Anıları Bir Okul Ziyareti ve...

Atatürk'ün en büyük zevklerinden biri okulları ziyaret edip, öğrencilerle konuşmaktı. Bu sayede verilen eğitimi inceleme, Cumhuriyeti emanet edeceği gençlerin düşüncelerini öğrenme fırsatı bulurdu. Öğrenciler arasındayken adeta gençliğini yaşar, kendini yenilenmiş hissederdi.



1933 yılının Haziran ayında Ankara Erkek Lisesi'ne ziyareti de bunlardan biriydi. Ankara Erkek Lisesi, Numune Hastanesi'nin karşısındaki tepenin üzerinde şimdiki Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nin arkasındaki Ankara'ya hakim olan tarihi bir binadaydı. Okulun tatile girmesi için artık gün sayılıyordu. Lise son sınıf öğrencileri bakalorya denilen bitirme sınavlarının heyecanı içindeydiler.



O sıcak Haziran gününde Atatürk yanına Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey'i, Nuri Conker'i, Ali Kılıç'ı, Başyaverini ve Afet İnan'ı alarak öğleye doğru Ankara Erkek Lisesi'ne gitti.



Aslında bu tarihi binaya ilk gidişi değildi. Yıllar öncesini anımsadı. 27 Aralık 1919'da Sivas'tan Ankara'ya ilk geldiği zaman gaz lambalarının aydınlığında halka burada seslenmişti. O yüzden bu binayı çok seviyordu. Bir süre Milli Eğitim Bakanlığı da çalışmalarını bu binada sürdürmüştü.



Herkes büyük bir heyecanla Çankaya'dan gelen misafirleri karşıladı. Atatürk, tarih sınavının yapıldığı salona girmek istedi. Tarih öğretmeni Samih Nafiz Tansu'ydu. Sınavda tarih öğretmeninin yanı sıra çeşitli yerlerden gelmiş mümeyyizlerde bulunuyordu.



Heyet sınav salonunda yerini aldı ve sınav başladı. Olay sıradan bir sınav olmaktan çıkmıştı. Artık sınavı yapacak olan hocaları değil, ülkenin tarihini yeniden yazan bir ''Önder'' di. Öğrenciler ellerinde hazırladıkları tezlerle sınav salonundan tek tek içeriye girmeye başladılar. Atatürk tezlere bakıyor sonra da öğrencilere sorular soruyordu.



O gün sınava giren öğrencilerden birinin adı Aydın'dı. Tezini verdikten sonra Atatürk sordu, Aydın yanıtladı. Harita üzerinde açıklamalarda bulundu. Atatürk aldığı yanıtlardan son derece memnundu. Tarih önemli bir konuydu O'nun için. Cumhuriyet gençlerinin de tarihi iyi özümsemesi ve tahlil etmesi gerektiğine inanıyordu. Şimdi karşısında bu inancı gerçekleştirmiş bir lise öğrencisi duruyordu. Soruları bitince Aydm'la konuşmaya başladı:



Sen ne olmak istiyorsun?



Su mühendisi Paşam.



Herkes su mühendisi olabilir, seni tarihçi yapalım ne dersin?



Ailece böyle karar verdik, bunu değiştirmek için anne ve babamın rızasını almak lazımdır Paşam.



Aferim; bravo Aydın, pekiyi. O halde onlarla görüş, benim teklifimi de söyle, sonra gel Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey'e kararını bildir.



Aydın heyecanla dışanya çıktıktan sonra Atatürk, Milli Eğitim Bakanı'na döndü ve ''Bravo bu çocuğa, bu daha şimdiden öğretmen olmuştur, insan onu güvenerek bir orta okula öğretmen olarak gönderebilir, bu çocuğu takip edelim'' dedi. Bunun üzerine Milli Eğ tim Bakanı Aydın'ın bir takdirnameyle ödüllendireceğini söyledi. Atatürk itiraz etti; ''Takdirnameden ne çıkar, daha başka bir şey yapmalı, tahsile göndermeli, Amerika'ya gönderip çocuğun çalışmasına bir değer katalım'' dedi.



Atatürk çok keyiflenmişti, o gün geç saatlere kadar Ankara Erkek Lisesi'nde kaldı.



Akşam Dışişleri'nin Ankara Palas'ta Balosu vardı. Saat ilerleyince bu balo hatırlatıldı Atatürk'e. Atatürk okulda öğrenci ve öğretmenlerle kalmayı tercih etti. O gün 50'ye yakın öğrencinin sınavına girdi. Tarih öğretmeni Samih Bey'e de teşekkür etti.



Cevaplarıyla Atatürk'ü sevindiren ve Türkiye'nin geleceği açısından umutlandıran Aydın, Atatürk'ün arzusuyla yüksek öğrenimini tamamlamak için Amerika'ya gönderildi. 1942 yılında Amerika'da Harvard Üniversitesi'nde doktorasını tamamladı. Sonra Türkiye'ye döndü. Bilim Tarihi dalında Dünya'da ilk doktora derecesini alan Aydın Sayılı o gün Atatürk'ün sorularına eksiksiz cevap veren Ankara Erkek Lisesi öğrencisi Aydın'dan başkası değildi. Ordinaryüs Prof Dr. Aydın Sayılı Cumhuriyetin yetiştirdiği bir bilim adamı olarak, hep Cumhuriyet için yaşadı.

Atatürk Anısı Bundan Ötesi Eğitim Meselesi

Atatürk'ü Milli Mücadele ve Cumhuriyet döneminde en yakından izleyen isimlerden biri gazeteci yazar Falih Rıfkı Atay oldu. Daima Atatürk'ün Sofrası'nda yer alan Atay, adetöe2 o döneme tanıklık etti. Yapılan işleri yakından izledi ve dönemin havasını aktaran en iyi yazarlar arasında yer aldı, Atay'a göre Atatürk, medeni kanunu kabul edip laik anlayışı hakim kıldıktan sonra bütün ağırlığını eğitime verdi:



ö'Cumhuriyetin kuruluş devrinde bir asırdan beri devam eden medeniyet mücadelesinin kesin zaferi medeni kanun ve laiklikle kazanılmıştır... Türk milletinin bir 20'inci yüzyıl topluluğuna doğru tekamül etmesi için, artık hiçbir engel kalmamıştı. Bundan ötesi eğitim meselesi idi...''



ö'... Biz ilim kafasıyla bilmiyorduk. Tefekkür kafası ile düşünüyorduk. Fakat tanzimattan beri hiç olmazsa mukayese yapma imkanları elde etmiştik. Bir karar vermek lazımdı. Bu kararı veremiyorduk. Mustafa Kemal bu kararı vermişti. 3 Mart 1924'te Hilafeti kaldırdı. Aynı yıl Nisan ayında Şeriye Mahkemeleri kalktı, adalet birliği sağlandı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile öğretim birliği kuruldu. Şeriye Vekalet kaldırıldı. 1925 Ağustos'unda şapka devrimi, 1925 yılının Kasım ayında tekkelerin kapatılması, bir yıl sonra da medeni kanunun kabulü; nihayet 1928'de Anayasa değişikliği ile devletin laikleştirilmesi ve yine aynı yıl latin yazısının kabul edilmesi. Demek ki ''inkılap devri'', Cumhuriyetin ilanını başlangıç olarak alırsak 29 Ekim 1923'ten 3 Kasım 1928'e kadar 5 yıl sürmüştür. Ondan sonra bütün iş yeni düzeni bütün topluluğa sindirmekte idi. Bu da Türkiye halkını yüzde yüz müspet ilme dayalı ilk eğitim terbiyesinden geçirmeye bağlı idi. Bizler Tanzimattan beri çok zaman geçtiğini sanırdık. İlk öğretim ve eğitimi görmeyen köy için Tanzimat gelmemiştir bile''



ö'... Hiçbir devlet kurucusu Atatürk kadar 'eğitim konusunun hayati önemi' üzerinde durmamıştır. 'Cumhurbaşkanı olmasaydım Milli Eğitim Bakanı olmak isterdim', diyen O'dur.

Yeni Okullar

Cumhuriyetin ilanından tam bir yıl sonra Erzurum'da bir deprem felaketi yaşandı. Hemen herkes harekete geçti ve vatandaşlara yardımcı oldu. İstanbul Hilmi Kitabevinin sahibi Hilmi Bey ise, kitap gönderdi; depremden zarar gören çocuklara yardım olsun diye. Bu Atatürk'ü çok memnun etti ve hemen, 8 Ekim 1924'te, Kitapçı Hilmi Beye bir telgraf çekti: ''İstanbul'da Babıali Caddesi'nde Kitapçı İbrahim Hilmi Bey'e; Erzurum yer sarsıntısında felakete uğrayanların çocuklarına armağan buyurduğunuz kitaplar dolayısıyla çok teşekkür ederim. Yurdun bilim ve kültürü için bu olay nedeniyle gösterdiğiniz ilgiyi değerli buldum. Bilim ve kültür ile donatılan bir kavimin her türlü felakete, doğadan gelse bile çare bulabileceğine işaret eden bu konudaki bağışınız bütün ulusça övgüye yaraşır anlamdadır.''



Bir kitap yardımı karşısında heyecanlanıp harekete geçen Mustafa Kemöe2l, devletin bütün imkanlarını eğitim içirı harekete geçirdi. Tek isteği genç Cumhuriyete okullaşma heyecanı yaşatmaktı. Kurtuluşla birlikte başta Ankara olmak üzere yurdun dört bir köşesine birer meşale gibi okullar dikilmeye başlandı. Kurtuluş savaşı sonrasında Ankara'da 1923'te açılan ilk yüksek okul, Harp okulu oldu. Tıpkı Batılılaşmaya askeri okullar açarak başlayan Osmanlı İmparatorluğunda olduğu gibi. Onu 1925 yılında kurulan Leyli Hukuk Mektebi izledi. Henüz medeni kanun alanında bir değişiklik yoktu ama bir Hukuk Mektebi açılmıştı bile.



Ankara'da yüksek okulların sayısı hızla arttı. 1925 yılında Musiki Muallim Mektebi, 1927'de Gazi Orta Öğretmen Okulu ve Eğitim Enstitüsü kuruldu. Bu hızlı okullaşma kısa sürede Ankara'yı bir kültür merkezi haline getirdi. Okullaşma bütün hızıyla sürerken giderek çeşitlenmeye başladı, 1933 yılında, Türkiye tarımının geliştirilmesinde büyük umutlar bağlanan Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü faaliyete geçti. Bu Enstitü 1948 yılında Ankara Üniversitesi'ne bağlandı ve Ziraat Fakültesi adını aldı. Zamanla tabiöee ilimler, veteriner, ziraat sanatları ve orman bölümleri oluştu.



1934 yılında Milli Musiköee ve Temsil Akademisi yine Ankara'da kuruldu. Böylece bugünkü konservatuarın temeli atıldı. 1935 yılında, İstanbul'daki Mülkiye Mektebi'nin adı Siyasal Bilgiler Okuluna çevrildi ve Ankara'ya taşındı, Aynı yıl Ankara'da Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi açıldı. 1925 yılında kurulan Ankara Hukuk Mektebi de Hukuk Fakültesi adını aldı. 1937 yılında Ankara'da bir Tıp Fakültesi kurulması kararlaştırıldı ancak savaş çıkınca fakültenin kuruluşu 1945'e kaldı. Aynı problem Ankara'da açılması kararlaştırılan Yüksek Teknik Okulu'nun da başına geldi. 1943 yılında Ankara'da Fen Fakültesi kuruldu.

Atatürk'ün Bir Eri Takdir Etmesi

İran Şahı Pehlevöee Balıkesir'de... Onunla beraber merasim kıt'alarınıı dolaşıyorlar. Her sınıftan bir bölük görüyorlar. Sıra benim makineli bölüğe geldi.



Daha evvel askere öğretmiştim ''acemi'' kelimesini kullanmayacaklardı, bunun yerine ''yeni asker'' diyeceklerdi. Çünkü ''acemi'' tabiri İranlılara hakaret olurmuş.



Önde Şah, hemen yanında Ata, biraz arkada da ben, bölüğün yanından geçmeye başladık ve nihayetteki yeni satın alınan bir kır katırının önünde durduk.



Er, tekmile başladı:



Adım Mehmet oğlu İbrahim, memleketim Ayvacık, hayvanın numarası 341, ısırmaz, tepmez, adı...



Derhöe2l aklına geldi. Hayvan yeni olduğu için erler ona (Acemi) ismi vermişlerdi.



Ere, elimi göğsüme koyarak dikkat etmesini işaret ettim. Bana baktı biraz durdu ve cevap verdi:



Adı... Yüzbaşıdır, komutanım...



Şah farkına varmadı, yürüdü. Büyük adam durdu. Kulağıma:



Bu hayvanın hakiköee ismi nedir? dedi.



Acemi'dir, Paşam dedim.



İbrahim'e baktı, onu süzdü. Yanağını okşadı ve emir verdi:



Bu çocuğa bir ay izin verin. Yaverden yol harçlığını alırsınız, dedi ve ayrıldı.

Atatürk Anısı Müsaade Buyurursanız Bendeniz de Masadan Kalkayım Efendim.

Sarayda Atatürk'ün başkanlığında dil meselesi hakkında bir toplantı vardı.



Dil uzmanlarımız, profesörlerimiz, gazete baş yazarları büyük masanın etrafında oturmuşlardı. Besim Atalay ve arkadaşlarının tezi görüşülüyordu: Tedrici teköe2mülü bir yana bırakıp imöe2l edilmiş kelimeleri bir hamlede, dilin bünyesine sokmak. Hamleden, bir hamlede ilerlemekten büyük bir zevk ve şevk duyan Ata, bu tezi benimsedi ve herkese sordu:



Bu olabilir mi?



Hay hay, dediler.



Ata, Yunus Nadi Beye döndü:



Siz ne dersiniz?



Bendeniz olmaz derim, efendim.



Öyle ise siz bu masanın başından kalkınız, Nadi Bey.



Nadi Bey masadan kalktı. Atatürk Falih Rıfkı Beye sordu:



Sen ne dersin?



Bendeniz de olmaz derim, efendim.



Öyle ise sen de masadan kalk.



Falih Rıfkı Bey kalktıktan sonra Atatürk, Necmettin Sadak'a döndü:



Sizin fikriniz nedir, Necmettin Bey? Necmettin Sadak doğruldu:



Müsaade buyurursanız bendeniz de masadan kalkayım efendim.





Selami İzzet Sedes

Atatürk ''Kumandanın Atı Kaçmaz, Kovalar!''

Mahmut Bey kardeşim anlatıyor:



Atatürk at yarışlarını pek severdi.



O haftaki koşulara yanlarında İnönü de olmak üzere maiyeti ile birlikte gitmişti. Ata'nın koşulara şeref vermesi halk tarafından içten gelen sevgi ile karşılanırdı. Atatürk neşeli olduğu zamanlar güvendiği hayvanlardan biri için bilet aldırır, kazanırsa isabetinden dolayı gurur ve sevinç duyardı. O hafta da seçeceği hayvanı merakla bekliyorduk. Biraz sonra Ata'nın yanına zamanın kumandanlarından bir albay geldi. Sert bir selöe2mdan sonra:



Atam; bugün bendenizin yetiştirdiği atlardan biri koşacak, neticeden ümitvarım, arzu buyurursanız bu hayvan için bir bilet alın, kulunuza büyük bir şeref bahşedersiniz! dedi.



Atatürk, albayı yukarıdan aşağıya süzdü. İnönü'ye:



Paşam, dedi. Bu at için siz de birkaç bilet alın. Buna İnönü:



Efendim, bu hafta siz oynayıp kazanın, ben de haftaya oynar, kazanırım şeklinde bir cevap verdi.



Ata, yaverine döndü:



Bana bu at için 100 liralık bilet alın.



Albay teşekkür etti selöe2m verdi ve kenara çekildi.



Biz de heyecan ile o koşuyu beklemeye başladık. Birkaç dakika içinde 13 numaralı hayvana 100 liralık bilet alındığının, sıra ile başların bize dönmesinden bütün sahaya yayıldığını anladık. Fakat netice ne oldu bilir misiniz ? Bizim at 13 numara sırasını bozmak istemiyormuş gibi en geride, 13'üncü geliyor. Çok geçmeden Ata, albayı buldu. Yüzü gerilmiş bir vaziyette:



Albay bu ne? Ne halt ettin?



O, kıpkırmızı kulaklarından kan fışkıracak sanki önüne bakıyor. Gözlerinden hiçbir şey kaçırmayan Atatürk beni farketti ve:



Baytar yine ne var?



Diye sordu. Fırsatı yakalamıştım. Hemen:



Paşam siz albaya kızarak onu sakın hırpalamayınız. Bilöe2kis onu müköe2fatlandırın, tebrik edin! Çünkü ''kumandan atı kaçmaz, kovalar''. İşte onun hayvanı da diğerlerini önüne katarak yarışı bitirdi!



Cevabını verdim.



Biraz evvelki yakan gözler, sertleşen yüz adaleleri yerini eski hatıraların tatlı gülüşüne bıraktı. Albayı bu suretle dehşetli bir azar yemekten kurtarmış oldum.





Selim Cavit Yazman

Atatürk'ün Yoksul Kelimesini Beğenmedim

Yoksul Kadınları Himaye Cemiyeti idare heyeti Ankara Ordu Evi'nde ''Analar Sofrası'' adıyla bir gece tertiplemişti. Buna davet edilmiş olan Atatürk ''Analar Sofrası'nın'' şeref yerine oturdu. Büfeyi açtıktan sonra cemiyet reisine sordu:



Cemiyetinizin adı nedir?



Yoksul Kadınları Himaye Cemiyeti,



Yoksul kelimesini beğenmedim. Türk kadınına yakışmayacak bir sıfat.



!...



Cemiyetinizin adını ben koyuyorum. ''Kadın Esirgeme Kurumu'' deyiniz. Bu teklif bütün hazır bulunan analar ve kadınlar tarafından derin bir zevkle ve alkışlarla kabul olunmuştur.





Selim Cavit Yazman

Atatürk'ün Son Cumhuriyet Bayramı

Cumhuriyet bayramlarının günlerini ve gecelerini sabahlara kadar ayakta geçiren o zevkli, keyifli ve neşeli Atatürk, hayatının son Cumhuriyet Bayramı'nın gününü ve gecesini Dolmabahçe Sarayı'nın bir odasında ölüm döşeğinde geçirdi. Süzülmüş, takatsiz ve solgundu. Artık günleri değil, saatleri sayılıydı. Kesik kesik konuşuyor, yanındakiler de onu oyalayacak laflar söylüyorlardı. Bir aralık pencereden bol bir ışık aksetti. Elektriklerle donanmış bir Boğaziçi vapuru, sarayın rıhtımına yanaşacak kadar yaklaşmıştı. Alkışlar, ölümün kanat gerdiği bu hüzünlü odanın matemli havasını dalgalandırdı. "Üniversite gençleri tebrike gelmişler." dediler. İşaret etti, kollarına girildi. Pencere kenarındaki koltuğa oturtuldu. Ayağa kalkmak istedi, kaldırıldı.



Eliyle vapurdakileri selamladı. Görüldü mü, sezildi mi bilmiyorum. Vapurda bir alkış tufanıdır koptu. Yaşa sesleri göklere yükselirken vapur da hareket etti. "Dağ başını duman almış"ın ilk nağmelerini işiten Atatürk yanındakilere döndü. Cansızdı fakat gözlerinde zekanın ve iradenin ışıkları parlıyordu. Fütursuz ve teessürsüz bir sesle gençlere işiteceklermiş gibi: "Bu bayramlar ve yarınlar sizindir, güle güle..." dedi. Atatürk yatağına yatırıldı. Kılıç Ali'yi sert bir öksürük tuttu, dışarıya fırladı. Ben de çıktım.



Hemşehrisi, kızları, arkadaşları, adamları için için ağlıyorlardı. Ben de onların arasında idim.

Atatürk'ün Öğretmenlik Mesleği İle İlgili Sözleri

"Ulusları kurtaranlar yalniz ve ancak öğretmenlerdir."



"Dünyanın her yanında Öğretmenler, insan topluluğunun en fedakar ve saygıdeğer kişileridir."



"Öğretmenler; ben ve arkadaşlarım sarsılmaz imanla sizi izleyeceğiz ve sizin karşılaştığınız bütün engelleri kaldıracağız."



"Öğretmenler! Cumhuriyet sizden düşünceleri özgür, vicdani özgür, kültürü özgür kuşaklar ister."



"Öğretmenler! Cumhuriyetin fedakar öğretmen ve terbiyecileri, yeni nesli sizler yetiştireceksiniz. Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır."



"Öğretmenler! Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ordularınız için yalnız zemin hazırladı. Gerçek zaferi siz kazanacak ve devam ettireceksiniz ve mutlaka başaracaksınız."

Atatürk'ün Gurura Ve Ümitsizliğe Yer Vermemesi

Hayatında karşılaştığı güçlüklerle hep mücadele eden Atatürk, hiçbir zaman umutsuzluğa düşmemiştir. Bununla birlikte başarıları karşısında gurura da kapılmamıştır. O her zaman şu sözlerini prensip olarak kabul etmiştir: ''Muvaffakiyetlerde gururu yenmek, felaketlerde ümitsizliğe mukavemet etmek lazımdır.'' ''Hayat mücadeleden ibarettir. Bundan dolayı hayatta iki şey vardır: Galip olmak, mağlup olmak.'' ''Hayat, bir ilerleme ve dinamizm kaynağıdır. İnsan ona kendini uydurmak mecburiyetindedir.'' ''Hayat demek mücadele, çarpışma demektir. Hayatta muvaffakiyet, mutlaka mücadelede muvaffakiyetle mümkündür. Bu da, manen ve maddeden kuvvete, kudrete dayanır bir niteliktir.''







Atatürk'te büyük işler becerecek maddi ve manevi güç ve kuvvet vardır. Bu yüzden Atatürk, felaketlerde umutsuzluğa kapılmamış ve daima engelleri kaldırmayı ve başarıyı elde etmeyi düşünmüştür. Başarılı olunca da hiçbir zaman gurura kapılmamıştır.



Meclis'in yeni açıldığı ilk günlerde bazı milletvekilleri, Kurtuluş Savaşı'nın yoksulluk içinde başarılamayacağına inanarak dönmeye karar verirler. Atatürk, milletvekillerinde görülen bu umutsuzluk karşısında mecliste yaptığı konuşması ile, bütün milletvekilleri geri dönse ve kendisi yalnız kalsa dahi mücadeleye devam edeceğini kesin bir dille şu şekilde ifade etmiştir: ''Düşman adım adım her tarafı işgal ederek Ankara'ya kadar gelecek olursa, ben bir elime silahımı, bir elime de Türk bayrağını alıp Elmadağı'na çıkacağım. Burada tek başıma son kurşunuma kadar düşmanla çarpışacağım. Sonra bu mukaddes bayrağı göğsüme sarıp şehit olacağım. Bu bayrak kanımı sindire sindire içerken ben de hayata veda edeceğim. Huzurunuzda buna and içiyorum!''. Bu sözler Mustafa Kemal'in ne kadar inançlı ve umutsuzluktan ne kadar uzak olduğunu göstermektedir. Milli Mücadele'de milletin bütün kaynakları seferber edilmişti. Meclis'te parasızlık ve türlü imkansızlıklar yüzünden ordunun ayakta tutulamayacağını söyleyenler karşısında O, umutsuzluğa, çaresizlik duygusuna kapılmamış, soğukkanlılığını ve direncini korumuştur. Türk milletine güvenerek ve kendisinde var olan kuvvet, kudret, azim ve iradeye dayanarak her zorluğun üstesinden gelineceğini ''Para vardır veya yoktur, ister olsun, ister olmasın, ordu vardır ve olacaktır.'' sözleriyle dile getirmiştir.



Atatürk, Sakarya Meydan Savaşı öncesinde Yunanlılar karşısında, Türk ordusunu, Sakarya Irmağı'nın doğusuna çekme gereğini duymuştu. Bu durum Meclis'te bunalıma sebep olmuştu. Atatürk'e ''Yunanlılar savunmamızı yararlarsa ne yaparız?'' sorusu sorulunca, şu cevabı ile milletvekillerini yatıştırdı: ''Böyle bir şey olursa onları Çankırı ormanlarına çeker, gerilla taktiği ile yok ederim.'' Meclis kendisine umut veren ve zafer vadeden Atatürk'ü başkumandan seçmiş ve ona büyük yetkiler vermiştir.



Atatürk, öğünmesini bilmediği gibi, öğülmeyi de istememiştir, ''Benim için dünyada en büyük mevki ve mükafat milletin bir ferdi olarak yaşamak-tir.'' diyen Atatürk'ün gururu, öğünmesi, Türk milletinin bir ferdi olmaktan ileri gitmemiştir. Başarılarından dolayı, gurura, büyüklük duygusuna kapılmamış, kendisini beğenmişlik gibi bir zaaf göstermemiştir.



Atatürk, büyük adam olmanın nelere bağlı olduğunu şu sözleri ile belirtir: ''Büyüklük odur ki, hiç kimseye eğilmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için hakiki mefkure ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır, asla irkilmeyeceksin. Önüne sayısız engeller yığacaklardır. Kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu engelleri aşacaksın. Ondan sonra sana büyüksün, derlerse, bunu diyenlere güleceksin!''.



Yapılan bütün işlerin milletin ihtiyaçlarından ve eğilimlerinden doğmasını isteyen Atatürk, bu görüşünü şu sözleri ile ifade etmiştir: ''Gerçekte ihtirassız büyük bir iş meydana getirilemez. Fakat onun herhalde millet yolunda bir hizmet gayesine yönelmiş olması lazımdır. Başkan olan kimsenin milletin ülküsüne göre hareket etmesi ve milletin psikolojisini bildikten sonra o milletin eğilimine uyması gerekir.''



Atatürk, yaptığı bütün işlerde Türk milletinin ihtiyaçlarını ve eğilimlerini göz önünde tutmuştur. ''Memleket ve millet hizmetlerinde önder olmak isteyenlerin ilham kaynağı, milletin gerçek duygulan ile istekleridir. Bizim, söylemeye değer bir hareketimiz varsa, o da milletin duygularına ve eğilimlerine, varlığına temas etmeğe çalışmaktan ibarettir. Her türlü başarı sırrının, her çeşit kuvvetin, kudretin gerçek kaynağının milletin kendisi olduğuna inancımız tamdır.'' sözleriyle bu düşüncesini ortaya koymuştur.



Yapılan işleri hiçbir zaman kendisine mal etmeyen Atatürk ''Ben yaptım.'', ''Ben başardım.'' dememiştir. Büyük zaferden sonra Anadolu'da yaptığı ilk gezide halka: ''Bu zafer benim değil, milletindir.'' demiştir. Her bir başarıyı, her büyük işi Türk milletine mal etmek en önemli yönü idi: ''Eriştiğimiz başarı; milletin kuvvetlerini ve faaliyetlerini birleştirmesinden ileri gelmiştir.'' der, O, tüm inkılaplarını Türk milletinden aldığı ilhamla yaptiğını söylemekten zevk alırdı: ''İlham ve kuvvet kaynağı milletin kendisidir; milletin ortak isteği, gerçek eğilimidir. Varlığımızı bağımsızlığımızı kurtaran bütün teşebbüs ve hareketler, milletin ortak fikrinin, isteğinin, azminin yüksek görünüşünden başka bir şey değildir.'' ''Bütün yapılanlar herkesten evvel büyük Türk milletinin eseridir.'' der. Bu ifadeler onun ilham kaynağını açıkça ortaya koymaktadır.



O, bir milleti yok olmaktan kurtarmış bir kahraman olmasına rağmen bu başarısı ile hiç öğünmemiş, başarıyı Türk milletine ve ordusuna mal etmiştir. Aşağıdaki sözleri de bunu açıkça göstermektedir; ''Vatanın kurtuluşu, kazanılan zaferler, Türk Ordusu ile büyük Türk milletinin gösterdiği kahramanlık ve fedakarlıkların eseridir.'' ''Bu zaferi kazanan ben değilim! Bunu asıl o gün (30 Ağustos 1922) tel örgüleri hiçe sayarak atlayan, savaş meydanında can veren, yaralanan, kendini esirgemeden düşmanın üzerine atılarak Akdeniz yolunu Türk süngülerine açan kahraman askerler kazanmıştır. Ne yazık ki, onların her birinin adını Kocatepe'nin sırtlarına yazmam mümkün değildir. Fakat hepsinin ortak bir adı vardır; Türk askeri!''



Yaptığı işlerle öğünmeyen, yalnız öğünülecek işler yapmak isteyen Atatürk: ''Yaptığımız hizmetlerle öğünmüyoruz. Yapacağımız hizmetlerin öğünmeye layık olabileceği ümidiyle teselli oluyoruz.'' der. Ona göre, millete hizmet edenler bir karşılık beklememelidir. ''Millete hizmet edenler, görevlerini yerine getirmiş olmaktan başka bir iş yapmamışlardır.'' der. Millete hizmette sürekliliğin gerekli olduğuna inanan Atatürk: ''Bir insan, hayatında büyük bir muvaffakiyet gösterebilir; fakat, yalnız onunla öğünerek kalmak isterse, o muvaffakiyet de unutulmaya mahkumdur.'' demiştir.



Başarılardan dolayı, gurura ve gösterişe kapılmayan Atatürk, bir halk adamı olarak yaşamış, milletin çıkarlarını kendi çakarlarından, hatta canından üstün tutmuştur. Ne istemişse Türk milleti için istemiş ve bu uğurda çalışmıştır. O, Türk milletinin bir ferdi olmaktan başka bir öğünmeye kapılmamıştır. Atatürk bütün bu özellikleriyle Türk milletinin vasıflarını taşıyan ve uygulayan dahi bir inkılapçı olarak yaşadı ve bu önder kişiliği ile adını tarihe altın harflerle yazdırdı.

Atatürk'ün Yöneticiliği

ö'Hayatta en fena şey, riyakarlıktır. Hakikat ne olursa olsun riyakarlar onu temizlik ve saflık kisvesine bürünerek saklamaya çalışırlar ki, bu büyük bir tehlikedir.'', ''Hakikati konuşmaktan korkmayınız.'', ''Birbirimize daima hakikati söyleyeceğiz. Felaket ve saadet getirsin, iyi ve fena olsun, daima hakikatten ayrılmayacağız.''



Yukarıdaki sözleriyle Atatürk gerçekçilik, açıklık ve dürüstlüğün önemini vurgulamıştır. Yetenekli bir yönetici olan Atatürk, hem askerlik hayatında hem de devlet yönetiminde gerçeklik ve dürüstlükten hiç ayrılmamıştır. Dürüstlüğün ve açıklığın bir kuvvet kaynağı olduğunu şu sözleriyle belirtmiştir: ''Asla hatırdan çıkarmamalısınız; bizim en büyük kuvvetimizi, bugün de yarın da dürüst, açık bir siyaset ve sözlerimize bağlılık teşkil edecektir.''



O devlet yönetiminde hiçbir zaman hayalciliğe ve maceraya yer vermemiştir. Yapabilecekleri üzerinde durmuş ve onları gerçekleştirmeye çalışmıştır. ''Milleti, aklımızın ermediği, yapmak kudret ve kabiliyetini kendimizde görmediğimiz hususlar hakkında kandırarak geçici teveccühler elde etmeye tenezzül etmeyiz. Millete, adi politikacılar gibi yalancı vaatlerde bulunmaktan nefret ederiz.''



ö'Yapmak iktidarında olmadığımız işleri, uyuşturucu, oyalayıcı sözlerle yaparız diyerek millete karşı gündelik siyaset takip etmek prensibimiz değildir.'' ''Milletimizi şimdiye kadar söylediğim sözlerle ve harekatımla aldatmamış olmakla müftehirim. Yapacağım, yapacağız, yapabiliriz dediğim zaman onları, filhakika yapılabileceğime kani idim.'' sözleriyle yöneticiliğinin niteliklerini özetlemiştir. Atatürk milleti yönetirken, dürüst bir siyaset takip etmiş yapılabilecek işleri uygulamaya koyma esasına daima bağlı kalmıştır. ''Benim her emrim yapılır; çünkü, benden yapılmayacak emirler çıkmaz.'' diyen Atatürk, uygulanmayan kararlar vermediği için her zaman inkılap hareketlerini gerçekleştirme imkanı bulmuştur.



Yapılabilecek işleri sırasında ve zamanında yapmanın çok önemli olduğunu vurgulayarak; ''Bir işi zamansız yapmak, o işi bozmak, başarısızlığa uğratmak olur. Her şey sırasında ve zamanında yapılmalıdır.'' demiştir.



Yapacağı işleri günlerce, bazen aylarca inceden inceye düşünerek hazırlayan Atatürk, bir defa karar verdi mi, onu, hiçbir güçlük yolundan çeviremezdi.



ö'Büyük kararlar vermek kafi değildir. Bu kararlan cesaret ve kesinlikle tatbik etmek lazimdir.'' diyen Atatürk, verdiği kararın israrlı takipçisi olmuş ve her işini mutlaka istediği şekilde sonuçlandırmıştır. Ancak o verdiği kararların ve gerçekleştirdiği işlerin sorumluluğunu da taşımıştır. Tüm hareketlerinde sorumluluk üstlenmiş düzensizlikten ve vurdum duymazlıktan ısrarla kaçınılmıştır.



ö'Her an tarihe karşı, cihana karşı hareketimizin hesabını verebilecek bir vaziyette bulunmak lazımdır.'' sözleriyle Atatürk verdiği kararların ve gerçekleştirdiği işlerin sorumluluğunu da taşımıştır.

Atatürk'ün Çok Cepheliliği

Çok cephelilik Atatürk'ün bir diğer özelliğidir. Milli Mücadele'ye başlamadan önce, modern ve çağdaş bir devlet kurmayı kendisine program olarak seçmiş biri olan Atatürk, fikri hazırlığını da buna göre yapmış ve ortaya koyduğu eserler ile dehasını ispat etmiştir. Askerlik, siyaset, eğitim, sanat, edebiyat, tarih, dil, sosyoloji, din, felsefe, matematik, hukuk ve daha birçok alanda hem düşünen, hem de eserler veren Atatürk çok yönlü bir lider olduğunu göstermiştir. Ölünceye kadar da okuyarak her alanda kendi kendini tamamlamış ve yenilemiştir.



O, savaşların en bunalımlı günlerinde bile okumayı sürdürmüştür. Milli Mücadele'den sonra inkılap hareketlerinin hazırlıkları döneminde de daima okumuş ve yakın çevresi ile okudukları üzerinde tartışmalara, fikir alışverişine girmiş, bundan zevk duymuştur. Her işi, her çalışması, yaptığı bu fikir hazırlıklarına dayanmıştır.



1916'da XVI. Kolordu komutanı olduğu Doğu Cephesi'nde çoğu günlerini kitap okumakla ve okudukları üzerinde düşünmekle geçiren Atatürk, cephede savaşırken bile, fırsat buldukça kitap okumuştur. Bu onun okumaya ve öğrenmeye verdiği önemi açıkça göstermektedir. Bu niteliği, onun belirgin özelliklerinden birisidir.



Atatürk Milli Mücadele'de Ağustos 1922'de Büyük Taarruz öncesi Akşehir'de karargahındaki dairesinden hiç çıkmadan birkaç gün içinde Reşat Nuri Güntekin'in ''Çalı Kuşu'' romanını okuyup bitirmiştir. Böylece okumanın her zaman ve her ortamda mümkün olduğunu göstermiştir. Bu okuma isteği, onun hayatının sonuna kadar devam etmiştir. 1936-1937 kışında, Fransızca geometri kitaplarını okuması ve bunu ''geometri'' adıyla bir eserle süslemesi Atatürk'ün hiç bitmeyen öğrenmek ve öğretmek aşkını göstermektedir.

Atatürk'ün Mantıklılığı

Keskin bir mantık ve zeka gücüne sahip olan Atatürk bütün hayatı boyunca ''akıl ve mantık''a büyük değer vermiştir. ''Akıl ve mantığın halletmeyeceği mesele yoktur.'' görüşüne sahip olan Atatürk'ün kişiliğine üstünlük kazandıran ve onu evrensel devlet adamı yapan yönü akıl ve mantık kurallarına sıkı sıkıya uymasıdır. Atatürk ülke meselelerinde mantık ve şuurla hareket etmek kudretine sahipti. ''Bizim akıl, mantık ve zeka ile hareket etmek, en belirgin özelliğimizdir.'' sözü onun hayat felsefesini özetlemektedir.







Atatürk, matematik dersine okul sıralarında büyük önem vermiş ve bu alandaki başarısı ile öğretmenlerinin takdirini kazanmıştı. Akıl, mantık ve zekayı çalıştığı için Matematik; insanı şuurlu yapar, şuur ise ileriye ve yeniliğe götürür. Akıl, mantık ve şuurla hareket etmek en büyük özelliği olan Atatürk, hayatında mantıksızlığa ve şuursuzluğa hiçbir zaman yer vermemiştir. O, bütün olayları, bir matematik işlemi yagibi akıl ve mantık süzgecinden geçirir ve olayları bir mantık ve bir gerçeklik temeline oturtarak çözerdi. Askerlik ve devlet hayatında onun bütün kararlarına ve hareketlerine bir düzenlilik ve ahenk veren ve bütün yaptıklarında akılcı ve mantıklı bir tutumun hakim olmasına sebep olan yine öğrenciliğinde kazandığı matematik kültürüdür. Tüm inkılaplarını mantık kurallarına uygun gerçekleştirdiğinden dolayı Atatürk bu özelliğiyle başarıya ulaşmıştır.

Atatürk'ün İleri Görüşlülüğü

İleri görüşlülük Atatürk'ün en önemli özelliklerinden biridir. Onun büyük bir devlet adamı olma yönünü oluşturan özelliklerinden birisi de bu yönüdür. Tarih bilgisinin siyasette önemli bir yeri olduğuna inanan Atatürk, çok okur ve okuduklarından gerekli dersleri çıkarırdı. Bugünü anlayabilmek ve yarını tahmin edebilmek için dünü bilmek gerektiğine inanan Atatürk, tarih bilgisinin ve dehasının verdiği kavrama ve doğru karar verme gücü sonucunda başarıya ulaşmıştır.



Türk milletinin felaket uçurumuna yuvarlanışını uzak görüşü ile çok önceden sezen ve değerlendiren Atatürk ''Yolunda yürüyen bir yolcunun, ufku görmesi kafi değildir. Muhakkak ufkun ötesini de görmesi lazımdır.'' sözüyle geleceğe bakış açısını ortaya koymuştur. Çanakkale Savaşları sırasında düşmanın amacını ve asıl çıkarma bölgelerini, harekatın başlamasından önce teşhis etmesi ve gerekli tedbirleri teklif etmesi de onun ileri görüşlülüğünü ortaya koymuştur. Ancak bu tekliflerinin, üst komutanlık tarafından dikkate alınmaması, savaşın uzamasına ve çok sayıda insanın ölümüne sebep olmuştur.



Atatürk durumu çok iyi değerlendirebilen ve olacakları tahmin edebilen bir liderdir. I. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Osmanlı Devleti'nin bir mütarekeye gideceğini, barışa kadar bunalımlı anlar geçireceğini, ordunun dağılacağını, düşmanla milletin karşı karşıya kalacağını ve şimdiden gerekli tedbirlerin alınmasının gerektiğini söylemesi ve uygulamaya geçmesi, onun sezi ve kavrayış gücünün, uzak görüşlülüğünün derecesini açıkça gösterir.



Atatürk'ün ileri görüşlülüğüne iyi bir örnek de II. Dünya Savaşı ile ilgili tahminleridir. 1932 yılında Atatürk; Amerikalıh General Mc Arthur (Mak Artur) ile yaptığı görüşmede ''Versay Antlaşmasının, II. Dünya Savaşının tohumlarını attığını, Almanya'nın bütün Avrupa'yı ele geçirecek bir orduyu kısa bir zamanda kurabileceğini ve harbin 1940-1945 yılları arasında başlayacağını, çıkacak bir harpte Amerika'nın tarafsız kalamayacağını, Avrupa'da olacak bir harbin başlıca galibinin ne İngiltere, ne Fransa ve ne de Almanya'mn değil, sadece Sovyet Rusya olacağını'' söylemiştir. Avrupa daki olaylar gerçekten 1939 yılından itibaren Atatürk'ün bu tahminine göre gerçekleşmiştir.



Atatürk 1933 yılında yaptığı bir konuşmasında ise, o zaman emperyalist devletlerinin sömürgesi durumunda olan İslam toplumları için de şu tahminde bulunmuştu: ''Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Şimdi günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün doğu milletlerinin uyanışlarını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetlerine kavuşacak daha pek çok kardeş milletler vardır. Bu milletler bütün güçlüklere, bütün engellere rağmen, her şeyi yenecekler ve kendilerini bekleyen güzel geleceğe kavuşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünde yok olacak ve yerlerine, milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı geçecektir.'' İslam dünyasında ve doğudaki diğer bölgelerde ortaya çıkacak devletleri, Atatürk, daha 1933 yılında yukarıdaki sözleriyle haber vermiştir.



Atatürk'ün ileri görüşlülüğüne diğer bir güzel örnek de, Sovyetler Birliği içerisinde yaşayan Türkler için yapmış olduğu yorumdur. Atatürk, şöyle demiştir: ''Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdun müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim, bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir, kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür, Tarih bir köprüdür.



Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Soydaş Türk kardeşlerimizin) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli.''



Her alanda ileriyi görebilen Atatürk için ölümünden sonra General Me Arthur (Mak Artur), şöyle demiştir: ''Ölümüyle, dünya büyük bir dahi önderini, Türk milleti en seçkin ve kahraman evladını, insanlık da, ileri görüşlü ve korkusuz bir savaşçısını kaybetmiştir.''

Atatürk'ün Yaratıcı Zihniyeti

Atatürk, büyük işler görme ve eserler ortaya koyma yeteneğine sahip, dehasını yaratıcı zihniyeti ile birleştirebilen bir liderdir. Dehası, onu olağanüstü durumlarda başka kimsenin yüklenemeyeceği işleri görmeye itmiştir. Alışılmış bir düzenin ve hayat tarzının dışında yenilikler ortaya koyması, kimsenin düşünemediği veya cesaret edemediği inkılap hareketlerini ve ileriye yönelik atılımları gerçekleştirmesi bu dehanın ürünüdür. Şahsi ihtirasını millet yolunda hizmet gayesine vermiş olan Atatürk'e göre dahinin tarifi şudur: ''Dahi odur ki, ileride herkesin takdir ve kabul edeceği şeyleri ilk ortaya koyduğunda herkes, onlara delilik der.''



Atatürk'ün bu zihniyetini askerlik, siyaset, devlet adamlılığı, alanlarında yapmış olduğu inkılap ve yenileşme çalışmalarında açıkça görmekteyiz. Çanakkale ve Sakarya Savaşları'nda ortaya koyduğu savaş taktikleri onun ne kadar kabiliyetli olduğunu gözler önüne sermektedir. Sakarya Meydan Savaşı'nda verdiği; ''Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır!... Vatanın her karış toprağı, vatandaş kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz.'' emriyle Atatürk, savaş tarihine yeni bir taktik hediye etmiştir.



Türkiye Devleti'nin idare şekli olarak ''Cumhuriyet'' idaresini kabul ettirmesi, yaratıcılığı ve cesareti sayesinde gerçekleşmiştir. XX. yüzyılın başları, saltanatın ve hilafetin güçlü taraftarları olduğu ve milletin bundan başka bir idare şekli tanımadığı bir dönemdi. Cumhuriyet'in iyi bir idare şekli olduğunu bilmelerine rağmen, bazı aydınların, böyle bir idare şeklinin Türkiye'de uygulanacağına inanmaları, hatta hayal etmeleri bile mümkün değildi. Milli Mücadele'yi zaferle sonuçlandırdıktan sonra Atatürk'ün saltanatı kaldırması ve çok geçmeden de Cumhuriyet'i ilan etmesi de onun yaratıcı zihniyetinin bir sonucudur.



Atatürk, halifeliğin kaldırılması, Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun kabul edilerek medrese ve okul ikiliğine son verilmesi, Anayasa'dan dini hükümlerin çıkarılması ve laiklik ilkesinin getirilmesi gibi çok önemli inkılapları yaratıcı düşüncesi ve cesareti ile gerçekleşmiştir.



Çağdaşlaşma ve ilerleme yolunda çok kısa sürede yapılan inkılap hareketlerinin her biri onun cesaretini ve yaratıcı gücünü gösterir. Çok kısa bir zamanda Türkiye'yi çağdaş, modern ve laik bir devlet yapısına kavuşturan Atatürk, Türk milletinin, dinamik ve yenilikçi özelliklerini ortaya çıkarmıştır.

Atatürk'ün Hakikati Arama Gücü

Vatanı kurtaran, özgür ve bağımsız Türkiye idealini gerçekleştiren Atatürk, yeni Türkiye'yi batılı olmak, modernleştirmek amacı ile çağdaş uygarlık idealine yöneltmiştir.



İlmin ve aklın rehberliği altında sürekli çağdaşlaşmak Atatürkçülüğün en temel unsurlarındandır. Atatürk'ün idealistliğinin temelinde gerçekleri arama, bulma ve uygulayabilme gücü yatar. O, olaylar hakkında bir karara varmadan önce onları inceler ve düşünerek mantık süzgecinden geçirir. Bu olayları doğuran sebepleri tespit eder ve kararına esas olacak gerçeği bulurdu. Bu Atatürk'ün üstün yöneticilik özelliğinin bir gereğidir. Büyük işleri yaparken takip ettiği bu metot onu başarıya götürmüştür.



Daima gerçeği arayan ve gerçeği her zaman ifade edebilen bir kişi olan Atatürk, başarıya ulaşabilmek için mutlaka dahi olmak gerekmediğini şu sözleriyle belirtmiştir;

ö'Ben askeri deha filan bilmiyorum. Herhangi bir zorluk önünde kaldığım zaman benim yaptığım iş şudur: Vaziyeti iyice tespit etmek, sonra bu vaziyet karşısında alınacak tedbirin ne olduğuna karar vermek.''

Sayaç

Design by araba-cı | MoneyGenerator Blogger Template by GosuBlogger